tag:blogger.com,1999:blog-39831112050036491762024-02-19T07:33:23.888+03:00Asr-ı Saadet'ten ManzaralarGel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar arasında saklı
Aminlerimiz vardır!...
Hacdan döner gibi gel
Mi'raç'dan iner gibi gel
Bekliyoruz yıllardır!
Arif Nihad AsyaManzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.comBlogger29125tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-40315599486759629022009-03-06T15:24:00.004+02:002009-03-06T15:30:13.858+02:00Hz. İbrahim'in (r.a.) Vefatı<div><b>(Hicret'in 10. senesi Rebiülevvel ayının 10. günü Salı)</b></div><div><br /></div><div>Peygamber Efendimizin mübarek kalbi, bütün insanlara karşı bir şefkat ve merhamet kaynağını andırıyordu. Mini mini yavrulara, şipşirin çocuklara karşı ise bambaşka bir muhabbet, apayrı bir şefkat besliyordu. Hele kendi çocuklarına karşı âdeta bir şefkat ve sevgi deryasıydı.</div><div><br /></div><div>Hz. Hatice'den dünyaya gelen üç oğlu Kasım, Abdullah ve Tâhir'i, henüz Mekke'de iken ve bebek yaşta ebedî âleme uğurlamıştı. Onların ebedî âleme göçüyle mübarek kalbleri oldukça teessür duymuştu. Fakat, Hz. Mâriye'den sevgili oğlu İbrahim'in dünyaya gelişi onu bir derece tesellî ediyordu. Bu sebeple, bu biricik oğlunu fazlasıyla seviyordu. Mübarek elleriyle başını okşuyor, kucağına alıp göğsüne basarak bu sevgi ve şefkatini izhar ediyordu.</div><div><br /></div><div>Evet, şefkat, "<i>rahmet-i İlâhiyye'nin en lâtif, en güzel, en hoş, en şirin cilverindendir.</i>" Şefkatin en şirini de evlâda karşı duyulanıdır. Çocuk ise, Cenâb-ı Hakk'ın, anne babaya muvakkaten teslim edilmiş bir emanetidir.</div><div><br /></div><div>İşte, Resûl-i Kibriya Efendimiz, her emanet gibi, bu emanete karşı da gereken alâkayı esirgemiyordu. Çocuğunu, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinin bir cilvesi olarak görüyor ve onun için seviyor, bağrına basıyordu.</div><div><br /></div><div>Hz. İbrahim, 16 ayına henüz ayak basmıştı.</div><div><br /></div><div>Bu sırada Peygamber Efendimiz, onun hastalandığı haberini aldı. Sevgili oğlunun annesi Hz. Mâriye ile birlikte oturdukları bağ içindeki evine gitti.</div><div><br /></div><div>Peygamber Efendimiz, hasta yatan nur topu oğlunun gözlerinde eski parlaklığı ve hareketli bakışları göremiyordu. Gürbüz ve hareketli İbrahim, bir anda sessiz, sakin ve dünyadan küsmüş gibi duruyordu. Bu haliyle ebedî âleme yolcu olduğunu âdeta ifade etmek istiyordu.</div><div><br /></div><div>Bunu fark eden Efendimiz, kucağında tuttuğu sevgili oğlunun yavaş yavaş kayan gözlerine bakarak, <blockquote>"Allah'ın takdirine karşı elden ne gelir, ey İbrahim?.."</blockquote> diye buyurdu.</div><div><br /></div><div>Az sonra İbrahim, fâni dünyaya gözlerini yumdu.</div><div><br /></div><div>Bu esnada Efendimizin mübarek gözlerinden yaşlar boşandı.</div><div><br /></div><div>Hz. Abdurrahmân b. Avf, <blockquote>"Yâ Resûlallah!.. Siz de mi ağlıyorsunuz? Böyle ağlamaktan halkı menetmemiş miydiniz?"</blockquote> deyince, Efendimiz şöyle buyurdular:</div><div><blockquote>"Ey İbn-i Avf!.. Ben size günah ve ahmaklığın ifadesi olan iki ağlayış ve bağırışı yasakladım: Nîmete kavuşulduğu sıradaki eğlence, oyun bağırışından ve musibet ve felâket sırasındaki bağırışiyla yüz göz tırmalamak, üst baş yırtmaktan... Benim bu ağlamam ise, şefkatin eseridir, acımadan ibarettir. Merhamet etmeyene, merhamet edilmez!"</blockquote></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-weight: bold; ">"Göz Ağlar, Kalb Üzülür. "</span></div><div><br /></div><div>Peygamber Efendimiz, yukarıdaki dersinden sonra da gözyaşlarına hâkim olamadı. Gözleri yaşla dolunca, <blockquote>"Göz yaş döker, kalb teessür duyar. Biz, Yüce Rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söylemeyiz."</blockquote>buyurdu ve ilâve etti: <blockquote>"Vallahi, ey İbrahim!.. Senin ayrılığın, bizi fazlasıyla mahzun etti."</blockquote></div><div>Bir erkek evlâda doyamamanin hasretli gözyaşlarını akıtan Efendimiz, daha sonra karşısındaki dağa bakarak, <blockquote>"Ey dağ!.. Eğer bendeki üzüntü sende olsaydı, muhakkak, yıkılmış, gitmiştin! Fakat, biz, Allah'ın bize emrettiğini söyleriz: 'İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn.' "</blockquote><div><span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;">Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 2, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007</span></div><div><a href="http://darulkitap.com/oku/tarih/v2/rasulullah/salihsuruc/02_10/01.htm"><span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;">http://darulkitap.com/oku/tarih/v2/rasulullah/salihsuruc/02_10/01.htm</span></a></div></div>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-79970293015859037682009-03-06T15:11:00.004+02:002009-03-06T15:17:56.480+02:00Sifû'lBahr Seferi<div><b>(Hicret 'in 8. senesi, Receb ayı)</b></div><div><br /></div><div>Resûli Ekrem Efendimiz, Ebû Ubeyde b. Cerrah'ı Muhacir ve Ensâr'dan müteşekkil 300 kişilik bir birliğin başına kumandan tâyin ederek Cüheynelerden bir kabilenin üzerine gönderdi. Maksat, bu İslâm düşmanı kabileyi te'dip edip gereken dersi vermekti. Mücâhidler arasında Hz. Ömer de bulunuyordu.</div><div><br /></div><div>Yolda son derece açlık sıkıntısı çeken, hattâ ağaç yapraklarını bile ısıtıp yemeye kalkan mücâhidler, nihayet Sifû'lBahr'e [Deniz Sahili] vardılar. Açlıkla kıvranıp durdukları bu sırada, Rezzakı Zülcelâl, denizden, dalgalarla, kocaman bir balığı çıkarıp onlara ikram etti. Orada kaldıkları müddetçe bu balıktan yediler. Hiç kimseyle karşılaşmayan mücâhidler, Medine'ye döndüler. Mücâhidler, Peygamber Efendimize, deniz sahilinde yedikleri balıktan bahsedip, bundan dolayı herhangi bir şey yapmaları gerekip gerekmediğini sordular. Peygamber Efendimiz, <blockquote>"O, Allah'ın sizin için denizden çıkardığı bir rızıktır."</blockquote> buyurdu ve ilâve etti: <blockquote>"Yanınızda, o balığın etinden bir şey varsa, bize de yedirseniz!.."</blockquote></div><div><br /></div><div>Mücâhidlerden bir kısmı, yolda azık olsun diye beraberinde o balıktan getirmişti. Peygamber Efendimize de bir parça verdiler. Efendimiz ondan yedi.</div><div><br /></div><div><div><span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;">Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 2, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007</span></div><div><a href="http://darulkitap.com/oku/tarih/v2/rasulullah/salihsuruc/02_08/04.htm"><span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;">http://darulkitap.com/oku/tarih/v2/rasulullah/salihsuruc/02_08/04.htm</span></a></div></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-family:'Trebuchet MS';font-size:7;"><span class="Apple-style-span" style="line-height: 17px; "><b><span class="Apple-style-span" style="font-family:Georgia;font-size:130%;"><span class="Apple-style-span" style="font-size: 16px; font-weight: normal; line-height: normal;"><br /></span></span></b></span></span></div>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-74285439149503073772009-03-05T14:21:00.004+02:002009-03-05T14:53:39.354+02:00Hz. Fatıma'nın Hizmetçi İstemesi<span class="Apple-style-span" style=" border-collapse: collapse; color: rgb(49, 50, 81); font-family:Verdana;"><div>Hâdiseyi bize Hz. Ali (ra) anlatıyor ve diyor ki: <blockquote><div>"Evimizde hizmetçimiz yoktu. Bütün işlerini bizzat Fâtıma kendisi yapıyordu. Zaten, bütünü bir tek odadan ibaret olan bir hücrecikte kalıyorduk. O hücrecikte, Fâtıma ocağı yakar ve yemek pişirmeye çalışırdı. Çok kere, ateşi alevlendirmek için eğilip üflerken, ateşten çıkan kılvılcımlar benek benek elbisesini yakardı. Onun için elbisesi delikdeşik olmuştu. Yaptığı sadece bu değildi. Ekmek yapmak, evin ihtiyacı olan suyu taşımak da onun yüklendiği işlerdendi. Ayrıca değirmen taşını çevire çevire eli; su taşıya taşıya da sırtı nasır bağlamıştı.</div><div>Bu arada bir harp dönüşü Medine'ye esirler getirilmişti. Allah Resûlü bu esirleri, müracaat eden Medine halkına dağıtıyordu. Fâtıma'ya, babasına gidip ev işlerinde kendisine yardımcı olabilecek bir hâdim (hizmetçi) istemesini söyledim. O da gitti ve istedi..."</div></blockquote></div><div></div><div><br /></div><div>Şimdi, hâdisenin gerisini Hz. Fâtıma Validemiz'den dinleyelim: <blockquote>"Babama gittim; fakat evde yoktu. Hz. Aişe: "Geldiğinde ben haber veririm." dedi, ben de geri döndüm.</blockquote></div><div>Yatağa uzanmıştık ki, az sonra Allah Resûlü birdenbire çıkageldi. Ben ve Ali yataktan doğrulmak istedikse de O, buna mâni oldu.. ve aramıza oturdu. Öyle ki sadrıma temas eden ayağındaki serinliği göğsümde hissediyordum. Arzumuzu sordu. Ben de durumu aynen naklettim. Allah Resûlü birden uhrevîleşti ve şöyle dedi: <blockquote>"Ya Fâtıma, Allah'tan kork ve Allah'a karşı vazifende kusur etme! Allah'ın omuzuna yüklediği farzları hakkıyla yerine getir. Kocana da daima sadık ve itaatkâr ol! Onun hakkını da gözet! (Yani, senin iki vazifen var: Allah'a karşı kulluk etmek ve sonra da kocana itaatte bulunmak.)</blockquote> <blockquote>Sana ayrı bir şey daha söyleyeyim. Yatağına girmek istediğin zaman, otuz üç defa "Sübhanallah", otuz üç defa "Elhamdülillah", otuz üç defa da "Allahüekber" de.[1] İşte bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır."</blockquote><div><span class="Apple-style-span" style="font-size:x-small;">[1] Buhârî, Fezâilü'l-Ashâb, 9; Müslim, Zikr, 80, 81; Ebû Dâvud, Edeb, 100<br />Kaynak : Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, Cilt 2, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005</span></div><div><span class="Apple-style-span" style=" ;font-size:x-small;"><a href="http://www.sonsuznur.net/content/view/398/40/">http://www.sonsuznur.net/content/view/398/40/</a></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-size:85%;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:10px;"><br /></span></span></div></div></span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-65403440642007207132008-10-11T07:28:00.001+03:002008-10-11T07:28:36.825+03:00Müslümanların işlerini görmek amacıyla koşuşturmak<div xmlns='http://www.w3.org/1999/xhtml'>İbn Abbas, Mescid-i Nebevi'de itikaf yapıyordu. Biri geldi, O'na selam verdi ve oturdu. İbn Abbas, adama şöyle dedi: <br /><blockquote>"Ey filân! Seni çok üzgün ve sıkıntılı görüyorum." <br /></blockquote>Adam: <br /><blockquote>"Evet, doğrudur. Filân adamın benim üzerinde velâ hakkı vardı; beni, belirli bir bedel karşılığında kölelikten hürriyete kavuşturmuştu. Benim ise, şu kabirde yatan zatın hürmetine yemin ederim kji, O'nun benden alacağını ödeme gücüm yok." dedi. <br /></blockquote>İbn Abbas: <br /><blockquote>"Senin için onunla konuşayım mı?" diye sordu. <br /></blockquote>Adam da <br /><blockquote>"Sen bilirsin, istersen konuş." dedi. <br /></blockquote>İbn Abbas, terliklerini ayağına geçirdi ve mescitten çıktı. Adam dedi ki: <br /><blockquote>"İtikafta olduğunu unuttun mu yoksa?" <br /></blockquote>İbn Abbas: <br /><blockquote>"Hayır, unutmadım. Ancak, bu kabrin sahibi Efendimizin: 'Kim bir Müslüman kardeşinin işi için koşturur ve ihtiyacını görürse, ona on yıl itikaf etmekten daha büyük mükafat vardır. Kim Allah rızası için bir gün itikafta kalırsa, Allah, onunla cehennem arasına, güneşin doğduğu yer ile battığı yer arasındaki mesafeden daha geniş olan üç hendek koyar.' dediğini duymuştum." (1)<br /></blockquote><br /><br /><span style='font-size: 78%;'>1 : Münzirî, et-Tergib, 2/96 (1650)<br />Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 2. Cilt sayfa 133</span></div>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-13041515336626786162008-10-11T06:44:00.001+03:002008-10-11T07:07:03.207+03:00Toprağın Babası<div xmlns='http://www.w3.org/1999/xhtml'>Resûlü Kibriya Hazretleri, kızı ve damadını zaman zaman ziyaret eder, onların hal ve hatırlarını sorardı. Hz. Ali'nin evde olmadığı bir sırada yine hanelerine teşrif buyurmuştu. Gözleri Ali'yi bulamayınca, evde olmayışının sebebini sorup, durumu kızı Fâtıma'dan öğrenmişti. Aile hayatı ya, Fâtıma ile aralarında bir anlaşmazlık zuhûr etmiş ve Ali de, çözümü zamana yaymak için evden ayrılmıştı. Dizinin dibinde yetiştirdiği damadının üzülmesine Allah Rasûlü de razı değildi. Aradaki zaman uzamadan problem çözülmeli ve küçük şeylerin, saâdetin üfül üfül tüllendiği büyük yuvaları zedelemesine müsaade edilmemeliydi. <br/><br/>Kalktı ve arkasından O'nu aramaya çıktı. Geceleri de gündüzleri kadar aydın olan bir iman kahramanı nereye gidebilirdi? Tahmin ettiği gibi Hz. Ali mesciddeydi; yere uzanmış ve uyandırmak için mübarek ayaklarının ucu ile dokundu ilk önce... Ve ardından yüzüne şefkatle bakıp iltifat dolu bir ses tonuyla;<br/><br/><br/><blockquote>-'<b>Kalk, yâ Ebâ Tûrâb!</b>' diye seslendi.<br/></blockquote><br/>Bu bir lâtifeydi ve '<b>toprağın babası</b>' anlamına geliyordu. Zira başını yastık diye koyduğu toprak, yüzünde izler bırakmış ve tane tane yuvarlanıp üzerinden dökülüyordu. O'nun bu iltifatından o kadar hoşlanmıştı ki, kendisine '<b>toprağın babası</b>' anlamında Ebu't-Türâb denilmesinden ayrı bir haz duyar olmuştu.<br/><div class='blogger-post-footer'><br/><br/><span style='font-size: 85%;'>Kaynak : "Fütüvvet Ruhunun Aşkın Kahramanı Hz. Ali" syf : 44-45, Bekir Burak, Rehber Yayınları , 2005</span><br/></div><div class='blogger-post-footer'>------------------------------------------------<br/>Asr-ı Saadet'ten Manzaralar<br/>http://asri-saadetten-manzaralar.blogspot.com/</div></div>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-14374302672218582252008-07-13T13:52:00.001+03:002008-07-13T13:52:48.207+03:00Ebu Zerr El-Gıfarî (ra)<div xmlns='http://www.w3.org/1999/xhtml'>Bir aralık, Hz. Ebu Zerr gelir Müslüman olur.. bu heyecanlı insanın, o devrede Mekke’de bulunması, hem kendi hem de diğerleri için zarar doğuracağından Allah Resûlü onu, kabilesine geri gönderir ve orada irşada memur eder.. ve ilavede bulunur: <br/><blockquote>“Bizim galebe çaldığımız devri gözet; ve işte bize, o zaman gel!” <br/></blockquote>Ebu Zerr (ra), Hayber’in fethinden sonra gelir ve Allah Resûlü’ne dehalet eder. Hâlbuki o, daha Mekke döneminin ilk yıllarında Müslüman olmuştur.[1] Ebu Zerr (ra) âbiddi, zahitti.[2] Ebu Zerr, bugünün içtimaîyatçılarının aklını döndürecek şekilde içtimaî adaletçi; hatta sosyalist yazarlara göre, ilk sosyalizm düşüncesini ortaya atan insandı. -Bu düşünceleri onların olsun- Yani fakirlik ne demektir? Fakirliğe karşı savaş nasıl verilir? Bunu ilk ortaya atan kahraman Ebu Zerr’dir. Aynı zamanda o, cennetin kendisine müştak olduğu insanlardan biridir.[3] Bütün bunlara rağmen bir gün Allah Resûlü’ne geldi ve şöyle dedi: <br/><blockquote>“Bana da bir imaret ver Ya Resûlallah!” <br/></blockquote>Yani, bir ordunun başında kumandan veya bir vilayetin başında vali olayım. Bir yerde beni de vazifelendir. Allah Resûlü ona şu cevabı verdi: <br/><blockquote>“Sen zayıfsın bu işler çok ağırdır Ya Ebâ Zerr! Böyle bir vazifeye talib olma. Bu vazife ona talib olana verilmez!”[4]<br/></blockquote><br/>O, Ebu Zerr’e böyle derken, Hz. Ebu Bekir ve Ömer’e aynı şeyleri söylemiyordu. Aksine, onların imaretlerine işaret sadedinde; sağ eliyle Hz. Ebu Bekir’in, sol eliyle de Hz. Ömer’in elini tutmuş ve şöyle demişti:<br/><blockquote>“Benim gökte iki, yerde iki vezirim var. Göktekiler Cebrâil ve Mikâil; yerdekiler de Ebu Bekir ve Ömer’dir.”[5]<br/></blockquote><br/>Diğer taraftan, gaybbîn gözüyle, olacakları görmüş ve dört raşid halifenin hilâfetlerine dair işaretlerde bulunmuştu. Hz. Osman’a (ra) gelince عَلَى بَلْوَى yani “imtihan ağırlıklı” kaydını ilave etmişti..;[6] ve öyle de Hz. Osman’ın hilâfeti biraz belalı olmuştu.<br/><br/>Evet, O, kadrosundaki insanları, onlardan daha iyi tanıyordu. Vazifelendirdiği şahıslarda vazife itibarıyla hiç falso olmamıştı. Ebu Zerr (ra), imarete talip olabilir; kendini bu işin altından kalkacak güçte görebilir; fakat Allah Resûlü, Ebu Zerr’i, Ebu Zerr’den daha iyi bilmektedir. <br/><blockquote>“Sen zayıfsın, bu iş ise ağırdır.” der ve ona imaret vazifesi vermez.<br/></blockquote><br/><small><br/>[1] Müslim, Fezâil, 132-133; İbn Kesîr, el-Bîdâye, 3/45-47.<br/>[2] İbn Hâcer, İsâbe, 4/62; Mecmau’z-Zevâid, 9/330; Buhari, Menakibu’l-Ensar, 33.<br/>[3] Mecmau’z-Zevâid, 9/330.<br/>[4] Müslim, İmare, 16,17, Müsned, 5/173<br/>[5] Kenzü’l-Ummâl, 11/563, 13/15.<br/>[6] Buharî, Fezâilü’l-Ashâb, 5-7; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 29<br/><br/></small><small><b>Kaynak :</b> Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005<br/><a href='http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/424/40/'>http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/424/40/</a><br/><br/></small><small><br/></small></div>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-61505943587935277742008-07-13T12:12:00.001+03:002008-07-13T12:43:49.171+03:00Hz. Safiyye'nin Rüyasını Anlatması<div xmlns='http://www.w3.org/1999/xhtml'>Peygamber Efendimiz, Hz. Safiyye'nin yüzünde bir darbe çürüğü gördü. Sebebini sordu. Hz. Safiyye izah etti:<br/><blockquote>"Kinane, b. Rebi ile evlendiğim ilk gece bir rüya görmüştüm. Rüyamda Medine tarafından bir ayın gelip kucağıma düştüğüne şâhid oluyordum. Bunu Kinane'ye anlatınca kızdı ve, 'Sen ancak Hicaz Hükümdarı Muhammed'e varmak istiyorsun!' diyerek yüzüme bir tokat vurdu. Onun izi kaldı." (1)<br/></blockquote><span style='font-size: 78%;'><b>1:</b> İbn-i Hişam, Sîre, c.3, s.351; İbn-i Sa'd, Tabakat, c.8, s.121.<br/><b>Kaynak :</b> Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 2, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007, sayfa 413-414<br/></span></div>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-28001032807331076552008-06-01T10:51:00.001+03:002008-06-01T10:51:25.418+03:00Hz. Cüleybib (r.a.)<div xmlns='http://www.w3.org/1999/xhtml'><p>Cüleybib’den daha önce bahsetmiştik. 15-16 yaşlarındaki bu genç, kadınlara sarkıntılık yapmaktan kendini alamadığı söylenir. Ve Allah Resûlü, o iksir ifadeleriyle onu ikna eder ve ardından da onun için Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunur.[1] </p> <p>Artık Cüleybib, Medine’nin en iffetli insanlarından biri haline gelmiştir. Bir gün Allah Resûlü, onu evlenecek kızları olan bir aileye gönderir. Aile soylu ve afiftir. Her an kızları için bir teklif beklemektedirler. </p> <p>Cüleybib kapıyı çalıp içeriye girer ve onlara Allah Resûlü’nün selamını söyler. Aile heyecanlanmıştır. Ardından da teklifini yapıştırır ve Allah Resûlü’nün dediklerini aynen onlara nakleder. İki Cihan Serveri: <br/></p><blockquote><p>“Benim selamımı söyle kızlarını sana versinler.” demiştir. </p></blockquote> <p>Ana-baba birbirlerine bakışırlar. “Cüleybib’e mi?” diye düşünürler. Ancak emri veren Allah Resûlü’dür ve meselenin tereddüde tahammülü yoktur. Onlar kızları adına tereddüt geçirirken, perde arkasından bütün konuşulanları dinlemiş olan evin kızı seslenir: <br/></p><blockquote><p>“Allah Resûlü’nün emrini yerine getiren birisi karşısında niçin tereddüt gösteriyorsunuz?”[2] </p></blockquote> <p>Cüleybib artık evlenmiştir. Üç-beş hafta sonra da bir cihada iştirak eder ve orada şehid düşer. Bazıları şehitlerini araştırmaktadır ve: <br/></p><blockquote><p>“Kayıplarınız var mı?” diye sorar Allah Resûlü; <br/></p></blockquote><blockquote><p>“Yok” diye cevap verirler. <br/></p></blockquote><blockquote><p>O: “Ama benim kaybım var.” der <br/></p></blockquote><p>ve evladını yitirmiş mahzun, yüreği yaralı bir baba gibi Cüleybib’i arar.. arar ve bir yerde bulur. Yedi kafirin yanında, üstü başı kanlı, bir sürü yara içinde ve elinde kılıcı. <br/></p><blockquote><p>Allah Resûlü ferman eder: “Yedi tane öldürdü gazi oldu ve sonra da şehit düştü.” <br/></p></blockquote><blockquote><p>Başını dizine koyar ve şöyle buyurur: “Allahım, bu bendendir, ben de ondanım.” <br/></p></blockquote><p>İşte Allah Resûlü’nün arkadaşlarına sahip çıkması![3] <br/></p><p><br/></p><p><small>[1] Müsned, 5/256, 257<br/>[2] Müsned, 4/422<br/>[3] Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, 131; Müsned, 2/136, 4/422,425<br/><br/>Kaynak : Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005<br/><a href='http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/426/40/'>http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/426/40/</a></small></p></div>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-63307011949141836292008-06-01T09:54:00.003+03:002008-06-01T10:52:26.922+03:00Selman-ı Fârisî'nin Kölelikten Kurtarılması<div xmlns="http://www.w3.org/1999/xhtml">Selman-ı Fârisî Hazretleri, daha önce Yahudîlerin kölesi idi.<br /><br />Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gün kendisini çağırarak,<br /><blockquote>"Ey Selman! Kendini kölelikten kurtarmak için, efendinle pazarlık yaparak anlaş" dedi.</blockquote><br />Hz. Selman, efendisine durumu arzedince, o, <blockquote>"Üç yüz hurma fidanını diker ve ayrıca 40 ukiyye [bin 600 dirhem] altın verirsen âzad ederim." dedi.</blockquote><br />Bunun üzerine Hz. Selman, Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına gelip durumunu arzetti. Peygamber Efendimiz, ashabına, <blockquote>"Kardeşinize yardım ediniz." buyurdu.</blockquote><br />Bu emir üzerine sahabîler, bir anda kendi aralarında gerekli olan 300 hurma fidanını topladılar. Hurma fidanları toplanınca Peygamber Efendimiz, <blockquote>"Ey Selman! Git de şu fidanlar için çukurlar kaz! Bitirince de gelip bana haber ver. Ben onları kendi elimle dikeyim!" diye ferman etti.</blockquote><br />Sahabîlerin de yardımıyla Hz. Selman çukurları kazıp bitirince, Efendimize haber verdi.<br /><br />Resûl-i Kibriya Efendimiz, bizzat mübârek eliyle, biri müstesna, diğer bütün hurma fidanlarını dikti. O sene zarfında Efendimizin diktiği bütün fidanlar hurma verdi. Yalnız, başkasının diktiği bir tek fidan hurma vermedi. Peygamber Efendimiz onu da çıkardı, yeniden dikti; o da meyve verdi.<br /><br />Böylece, Hz. Selman, Benî Kurayza Yahudîlerinden olan efendisine hurma ağaçları borcunu ödemiş oldu. <span style="font-size:78%;">(1)</span><br /><br />Hurma ağacı borcunu ödeyen Hz. Selman'ın sâdece altın borcu kalmıştı.<br /><br />Bunu da bizzat Hz. Selman şöyle anlatır:<br /><blockquote>"Resûlullah (s.a.v.), gazâların birinden tavuk yumurtası kadar bir altın külçesi getirmişti. Beni huzuruna çağırttı ve, 'Ey Selman! Bunu al, borcunu öde.' buyurdu.<br /><br />"Ben, 'Yâ Resûlallah...' dedim, 'Bu kadarcık altın parçasıyla borcum ödenmez ki!'"<br /><br />"Külçeyi eline alıp tükürüğünü sürdü ve, 'Al bunu! Allah, senin borcunu bununla ödeyecektir!' buyurdu."<br /><br />"Bunun üzerine ondan alacaklıya tartıp tartıp verdim. Borcum olan 40 ukiyyeyi [bin 600 dirhem] verdikten sonra, o tavuk yumurtası kadar olan altın parçası eskisi gibi bana kaldı!" <span style="font-size:78%;">(2)</span></blockquote><br /><span style="font-size:78%;">1: İbn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 234-235; İsfahanî, Delâilû'n-Nübüvve, s. 218-219; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 135-136.<br />2: İbn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 235; İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 185; Kadı İyaz, Şifa, c. 1, s. 277-278.<br />Kaynak : Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 2, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007, sayfa 291</span></div>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-87470412597171127222008-01-11T23:32:00.000+02:002008-01-12T00:05:26.895+02:00Aman Allah'ım Hâle Gelmiş!Bir defasında Allah Rasûlü, Hz. Hatice'nin kız kardeşi Hâle'nin, eve girmek için istediğini duymuştu. Sesini ve izin isteme tarzını Hz. Hatice'ye o kadar çok benzetmişti ki, heyecanla ayağa kalkmış ve,<br /><br /><blockquote>Aman Allah'ım! Bu Huveylid'in kızı Hâle'dir! demişti.</blockquote>O'nun bu heyecan ve helacanına şahit olan Âişe validemiz ise, kadın fıtratının gereği olarak kıskanıp araya girmiş ve yıllar önce ölüp aralarından ayrılmış birisi için bu kadar ilginin sebebini sormuştu. Bir yönüyle Allah'ın kendisine, ondan hayırlılarını verdiğini ifade ediyor ve bu kadar ilgiyi biraz fazla buluyordu. Belki de Hatice'nin kadrini, bizzat Allah Rasûlü'nin ağzından âleme ilân etmek için bir zemin hazırlamaydı bu..!<br /><br />Allah Rasûlü ise, duyduklarından hoşlanmadığını îmâ edecek ve;<br /><br /><blockquote>O'nun gibisi var mıydı? diye başladığı cümlelerini,</blockquote><br /><blockquote>Allah'a yemin olsun ki Allah, Bana ondan daha hayırlısını vermemiştir, insanlar küfrederken o Bana inandı. İnsanlar Beni yalanlarken o Beni tasdik etti. İnsanlar mahrum ederken malıyla Beni o destekledi. Ve Allah, onun vesilesiyle Beni evlât olarak rızıklandırdı</blockquote>şeklinde tamamlayacak ve böyle bir çıkışı tasvip etmediğini ifade edip Hz. Hatice'nin hatırına toz kondurmayacaktı.<br /><br />Maksat hâsıl olmuştu ya, feraset ve basiret insanı Hz. Âişe validemiz de, hemen affını dileyecek ve daha sonra Hz. Hatice hakkında asla olumsuz bir şey söylememe konusunda söz üstüne söz verecekti. <span style="font-size:85%;">(1)<br /><br />1 : Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr, 23/11; Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, 2/112<br />Kaynak : </span><span style="font-size:85%;">Kadınlık Âleminin Sultanı, </span><span style="font-size:85%;">Hazreti Hatice. Bekir Burak, Rehber Yayınları 4. Baskı, 2006, sayfa 83<br /><br /></span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-75632168509350699732007-10-02T06:57:00.000+03:002007-10-02T07:12:03.552+03:00Seven Kişinin, Sevdiğine Sevgisini Söylemesiİbn Ömer anlatıyor: Allah Resûlünün yanında oturuyordum. Bir adam çıkageldi ve selam verdi; sonra ayrıldı ve gitti. Dedim ki:<br /><blockquote>"Bu giden adamı ben seviyorum."</blockquote>Allah Resûlü: <blockquote>"Ona sevdiğini bildirdin mi?" diye sordu.</blockquote>Ben, <blockquote>"Hayır, bildirmedim." dedim. </blockquote>Resûlullah, <blockquote>"O hâlde, ona sevdiğini bildir." buyurdu.</blockquote>Ben de, adamın arkasından koştum ve ona yetiştim. Selam verdim; elimi omzuna koydum. Ona: <blockquote>"Vallahi, seni Allah için seviyorum." dedim.</blockquote><blockquote>"Ben de, seni Allah için seviyorum." dedi bana.</blockquote>Ona dedim ki: <blockquote>"Vallahi, bunu Allah Resûlü yapmamı emretti; yoksa yanına kadar gelip seni<br />alıkoymazdım." <span style="font-size:78%;">(1)</span><br /><br /></blockquote>Mücâhid der ki : İbn Ömer bana şöyle demişti:<br /><blockquote>"Allah için sev. Allah için nefret et. Allah için dost ol. Allah için düşman<br />ol. Allah dostu olmanın yegâne yolu budur. Bir kimse, namazı ve orucu ne kadar<br />çok olursa olsun, böyle olmadıkça imanın gerçek tadını alamaz. Bu kişinin<br />insanlarla olan kardeşliği, dünyevî münasebetlerden öteye geçmez." <span style="font-size:85%;"><span style="font-size:78%;">(2)</span><br /></span><span style="font-size:78%;"><br /></span></blockquote><span style="font-size:78%;">1: Heysemî, Mecmau'z Zevâid, 10/501 (18035)<br />2: Heysemî, Mecmau'z Zevâid, 10/486 (17986)<br />Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 2. Cilt sayfa 156</span><br /><span style="font-size:85%;"></span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-70612075499507723802007-09-27T00:45:00.001+03:002007-09-27T00:59:37.026+03:00Resul-i Ekrem'in Soğan ve Sarımsak Kokusundan HoşlanmamasıHz. Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evine yerleşen Fahri Âlem Efendimize, Medineli Müslümanlar her gün muntazaman yemek getirirlerdi.<br /><br />Hz. Ebû Eyyûb ve ailesi ise, devamlı akşam yemeklerini hazırlarlardı. Hazırladıkları yemeklerden geri kalanını ise teberrüken yerlerdi.<br /><br />Yine, bir gece, soğanlı veya sarımsaklı bir yemek yapıp göndermişlerdi.<br /><br />Resulullah, yemeği, geri çevirdi!<br /><br />Ebû Eyyûb (r.a.), yemekte Resulullah'ın parmaklarının izini görmeyince feryad ederek yanına gitti ve,<br /><br /><blockquote>"Yâ Resulullah! Anam babam sana feda olsun! Sen akşam yemeğini geri çevirdin!" dedi</blockquote>Resulullah,<br /><br /><blockquote><p>"O sebzede bir koku hissettim, ondan yemedim. Ben, arkadaşım Cebrail'i rahatsız etmek istemem!" buyurdu ve ilâve etti: "İnsanı rahatsız eden şeyden, melekler de<br />rahatsız olurlar."</p></blockquote><p>Bunun üzerine Ebû Eyyûb, </p><blockquote>"Yâ Resulullah! Yoksa o yemek haram mıdır?" diye sordu.</blockquote><p>Resul-i Ekrem Efendimiz, </p><blockquote>"Hayır! Fakat, ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım." buyurdu. <span style="font-size:78%;">(1)</span></blockquote><p>Ebû Eyyûb Hazretleri de, </p><blockquote><p>"Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam!" dedi. <span style="font-size:78%;">(2)</span></p></blockquote><span style="font-size:78%;"></span><br /><span style="font-size:78%;">1 : İbn-i Hişam, Sîre, c:2, s. 144<br />2 : Müslim, Sahih, c.6, s.126-127<br />Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 1, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007, sayfa 456</span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-29680984917864031282007-09-15T00:25:00.000+03:002007-09-15T00:27:50.270+03:00Bedr-i Suğra<blockquote>Ebu Süfyan, Uhud’dan ayrılırken: “Bir sene sonra Bedir’de buluşalım.” deyip meydan okumuş ve Allah Resûlü de, onun bu teklifini kabul etmiş...(1)</blockquote> Ve ertesi sene tam vaktinde ordusuyla Bedr’e geldi. Fakat müşriklerden hiçbir ses yoktu. Efendimiz, orada bir-iki gün bekledi ve ardından Medine’ye döndü ki; buna İslâm tarihinde <b>“Bedr-i Suğra”</b> denir. Daha önceki Bedr’e benzer küçük bir zafer kazanılmış ve müşriklerin kalbine korku salınmıştı. Nuaym b. Mesûd, Allah Resûlü’ne gelip, Kureyş’in büyük bir ordu toparlayıp Bedr’e doğru gelmekte olduğunu söyleyerek Müslümanları korkutmak istemişti. Hâlbuki onun verdiği bu haber, sadece mü’minlerin îmanını artırmıştı. <b>Kur’ân-ı Kerîm bu hâdiseden bahsederken</b> şöyle der:<br /><br /><blockquote><b>الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ</b><br /><br />“<b>İnsanlar onlara: ‘Düşmanınız olan kimseler size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun.’ dediler. Bu onların îmanını artırdı da: ‘Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir.’ dediler.</b>” (Âl-i İmran, 3/173). </blockquote><br />Bu ikinci Bedir’den de gayet itmi’nân içinde dönmüşlerdi ve çölde tekrar emniyet esintileri duyuluyordu. Artık, bir kere daha iyiden iyiye bütün kabilelerde, Allah Resûlü’nün emniyet atmosferi duyulmaya başlamıştı.<br /><br /><small>1 : İbn Hişam, Sîre, 3/100 vd. İbn Kesir, el-Bidaye, 4/43<br />Kaynak : Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, Cilt 2, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005, Sayfa 282,<br /><a href="http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/456/40/">http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/456/40/</a><br /><br /></small>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-18218617717485085032007-09-15T00:16:00.000+03:002007-09-15T00:18:58.495+03:00Ümmetin Fir'avnu YıkılıyorAbdurrahman bin Avf (ra) anlatıyor: <br /><blockquote>“Bedr’in tam kızıştığı andı. Allah Resûlü’nün bir avuç kum alıp düşmanın yüzüne saçtığı ve “Yüzleri kararsın” buyurduğu anda âdeta kelle alınıyor, kelle veriliyor ve her şey kelleler üzerinde dönüyordu. Tam o sırada yanıma sülün gibi iki delikanlı süzülüverdi. Belki de, boyları tutsun diye, Bedr’e gelirken parmaklarının uçlarına dikilenlerdi. 15-16 yaşında iki delikanlı.. biri, sağımdan sokuldu ve bana şöyle dedi; ‘Bana Ebu Cehl’i gösterir misin amcacığım.’ Sordum: ‘Ne yapacaksın?’ Cevap verdi: ‘Allah’a (cc) söz verdim. Allah Resûlü’nün bu düşmanını görürsem öldüreceğim.’ <i>(Şimdiye kadar îmanın, îman nurunun önünü engelleyen, Kur’ân nurunun neşredilmesine mânî olan bu karanlık ruhu, yemin ettim, vallahi görürsem öldüreceğim.)</i> Öbürü ondan saklıyordu durumunu, sol kulağıma eğildi, O da ‘Amca! Bana Ebu Cehl’i gösterir misin?’ diye soruyordu. Ona da aynı soruyu sordum, ondan da aynı cevabı aldım. Derken, bir aralık Ebu Cehl’i gördüm.. Parmağımla işaret ettim.. Elimi daha indirmemiştim ki, bir küheylân gibi Ebu Cehl’in yanında bitivermişlerdi.. az sonra da, birkaç kılıç darbesi ile onu yere indirmişlerdi.” İçlerinden biri ciddi yaralanmıştı. Koca yiğit yaralanmıştı ama, insanlık tarihinde küfrü temsil edenlerden biri ve Allah Resûlü’nün “Bu ümmetin Fir’avunudur.” dediği en büyük kâfir de yıkılmıştı. <small>(1)</small><br /></blockquote>Bu yiğitler, <b>Avf İbn Haris</b>, <b>Muavviz İbn Haris</b> ki, iki kardeşti. Daha net tanımak isterseniz, bunlar, Uhud vak’asında, oğullarını, kocasını, kardeşini şehit verdikten sonra, Allah Resûlü’nün cübbesine dudaklarını koyup da<blockquote> <big><b>كُلُّ مُصِيبَةٍ بَعْدَكَ جَلَل</b></big> “<b>Senden sonra bütün musibetler çok hafiftir.</b>” </blockquote>diyen <b>Sümeyra’nın (ra)</b> oğullarıydı.<small>(2)</small> <br /><br />Ana oydu, oğullar da bunlar.. Bir cehalet tepesini aşmış, öbür tarafa geçmişlerdi. Uhud’da umduklarını bulmuş ve Allah’a (cc) gidip ulaşmışlardı. Aslında onlar, Bedr’e gelirken de işte bu yüksek ideâlle gelmişlerdi.<br /><small><br />1 : İbn Hişam, Sîre, 2/280-287; İbn Kesîr, el-Bidaye, 3/350 vd.<br />2 : İbn Hişam, Sîre, 3/105; İbn Kesîr, el-Bidaye, 4/53-54.<br /><br />Kaynak : Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, Cilt 2, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005, Sayfa 240, <br /><a href="http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/453/40/1/7/">http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/453/40/1/7/</a><br /><br /><br /></small>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-76407110745316578222007-09-09T15:45:00.000+03:002007-09-09T15:57:35.851+03:00Bedevînin TitremesiMekke artık fethedilmişti.<br /><br />Yüzlerde, gönüllerde sevinç vardı. Şehirde müstesna bir bayram havasının neşesi hâkimdi.<br /><br />Bu sırada bir bedevînin Peygamberimizin yanına yaklaştığı görüldü. Bir peygamberin karşısında bulunmanın heyecan ve haşyeti altında bedevî tir tir titriyordu.<br /><br />Durumu fark eden Resûl-i Kibriya,<blockquote> "Ne oluyor sana? Kendine gelsene! Ben bir hükümdar değilim; ben, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşli bir kadının oğluyum." (1)</blockquote> buyurdu.<br /><br />Bu sözleriyle Peygamber Efendimiz, eşsiz bir tevâzu örneği veriyordu. O, hükümdar bir peygamber olmak ile kul bir peygamber olmak arasında muhayyer bırakıldığında da "kul bir peygamber" olmayı tercih etmişti. (2)<br /><br />Gönül deryasında her zaman hâkim olan, tevâzu idi.<br /><br />Resûl-i Kibriya'nın bu mübârek sözlerine muhattab olan bedevî, rahatlı ve titremesi geçti.<br /><br /><span style="font-size:85%;">1 : İbn-i Kesir, c:3, s. 556<br />2 : Kadı İyaz, Şifa, c.1, s.262<br />Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 2, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007, sayfa 516</span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-81014765076461685642007-08-26T20:29:00.000+03:002007-08-26T20:48:15.399+03:00Ebû Hureyre'nin Çarşı Esnafına ÇağrısıBir gün, Ebû Hureyre (r.a.) MEdine çarşısına uğradı; çarşıya hâkim bir yerde durdu ve:<br /><blockquote>"Ey çarşı esnafı! Sizler ne kadar beceriksizsiniz!" dedi<br /><br />"Nedenmiş o?" diye sordular. <br /><br />"Resûlullah'ın mirası bölüştürülüyor, siz burada duruyorsunuz. <br />Gidip oradaki payınızı almayacak mısınız?" dedi.<br /><br />"Nerede dağıtılıyor?" diye sordular.<br /><br />Ebû Hureyre: "Mescitte." dedi.</blockquote><br />Çarşı ahalisi, koşarak mescide gitti. Ebû Hureyre, orada bekledi. Adamlar, gittikleri gibi geri döndüler. Ebû Hureyre: <blockquote>"Niçin döndünüz?" diye sordu.</blockquote><blockquote>"Mescide vardık, içeri girdik, orada taksim edilen bir şey göremedik!" dediler.<br /><br />Ebû Hureyre: "Mescitte kimseyi göremediniz mi?" diye sordu.</blockquote><blockquote>"Evet, gördük. Bazıları namaz kılıyor, bazıları Kur'ân okuyor, bazıları da helâl ve haram konuları üzerine sohbet yapıyorlardı." dediler.<br /><br />Ebû Hureyre: "Yazık size! Muhammed'in (s.a.v.) mirası işte odur; ilimdir!" dedi <span style="font-size:85%;">(1)</span></blockquote><br /><span style="font-size:85%;">1: Taberânî, Mucemu'l-Evsat, 2/114 (1429)<br />Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 2. Cilt sayfa 234</span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-34522761136797723922007-08-26T20:16:00.000+03:002007-08-26T20:28:18.476+03:00Kuzman'ın HikâyesiÂsım b. Ömer b. Katâde (r.a.) anlatıyor :<br /><br />İçimizde Kuzman adında tanımadığımız bir adam vardı; kim olduğu tam bilinmiyordu. Bu kişinin adı anıldığında Cenâb-ı Peygamber,<br /><br /><blockquote>"Şüphesiz o cehennemliklerdendir."</blockquote>buyururdu.<br /><br />Uhud Savaşı vuku bulunca bu zat kıyasıya savaştı, tek başına müşriklerden yedi sekiz kişiyi kırdı geçti. Bedenen güçlü biri idi. Nihayet, savaşırken aldığı yaralardan hareket edemez hale geldi. Zaferoğullarının mahallesine götürüldü. Müslümanlar:<br /><blockquote>"Vallahi ey Kuzman, bugün büyük bir imtihan verdin, sana müjde!"</blockquote> dediler. <strong>Kuzman:</strong> <blockquote>"Neden müjdeleniyorum? Ben sadece kavmimin şanı ve şerefi için savaştım, yoksa ben savaşmazdım ki!"</blockquote>dedi.<br /><br />Yarası ağırlaşınca Kuzman, sadağından çektiği bir okla kendisini öldürdü. <span style="font-size:85%;">(1)</span><br /><br /><span style="font-size:85%;">1: İbn Kesîr, el-Bidâye, 4/36<br />Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 1. Cilt sayfa 285</span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-88273308397749311602007-05-17T00:32:00.000+03:002007-05-17T00:55:34.723+03:00Hz. Abbâs'ın MektubuHicretin üzerinden üç yıl geçmişti ve Şevval ayının bir Perşembe günüydü. Efendimiz'in (s.a.v.), Kuba'da bulunduğu bir sırada Hz Abbâs'ın gönderdiği mektup eline ulaşmış ve mektubu kendisine okuyan Übeyy İbn Ka'b'ı dinledikten sonra bunu gizli tutmalarını söyleyerek Sa'd İbn Rebî'in yanına gitmişti.<br /><br />Meğer etraftaki kabilelerden de destek alan Kureyş, Bedir'de aldığı yarayı sarıp Müslümanlardan intikam alabilmek için hazırlığını yaptığı orduyla Mekke'den hareket etmiş, son bir hamleyle kesin çözüm alabilmek için Medine'ye doğru ilerliyordu. Hatta bu ordu için Kureyş, Bedir öncesinde Şam'a gidip de gelen Ebû Süfyân kervanındaki mallarını himmet edip hazırlanacak ordu için vermiş ve Medine'den intikam alabilmek için bu orduya daha başka katkılarda da bulunmuştu. Konuyu haber veren Cibril'in getirdiği âyette şu bilgi verilecekti:<br /><br /><blockquote>-Şüphesiz ki o kafirler, Allah yolundan insanları geri çevirmek için mallarını infak ediyorlar. Gerçi onu infak edecekler ama bu, yine de onların aleyhine cerayan edip yürek yakan bir hicrana dönüşecek ve mağlup olacaklar.(Enfâl, 8/36)</blockquote><br /><br />Bu haber üzerine Allah Resûlü (s.a.v.), önce farklı yönlere ashabından bazılarını göndererek üzerlerine gelen Mekke ordusuna ait haberlerin hiç atlamadan kendisine ulaştırılmasını istemişti.<br /><br />Durumun nezaketine binaen Sa'd İbn Muâz, Üseyd İbn Hudayr ve Sa'd İbn Ubâde gibi sahabîler, Efendimiz'in etrafında silahlarını almış, namaz kılarken bile silahlarını yanlarından ayırmadan nöbet tutuyorlardı.<br /><br /><span style="font-size:85%;"><strong>Kaynak:</strong> Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz (s.a.v) -2-, Bedir'den Gönüller Sultanlığına, sayfa 121, Reşit Haylamaz, Işık Yayınları 2007</span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-4125219004450269312007-04-25T22:29:00.000+03:002007-04-25T23:03:16.404+03:00Ve kalıcı yurt : MedineMedine'de, daha önce benzerine rastlanmamış bir sevinç vardı; yüzlere tebessüm gelmişti <br />ve Mekke'de yaşanılanları unutturmak istercesine Medine ufuklarında çocukların sesleri <br />yankılanıyordu:<br /><br /><blockquote><i>- İşte, Resûlullah gelmiş</i></blockquote><br />diye bu sevinçlerini ifade ederken şu neşideleri seslendiriyorlardı:<br /><blockquote><i>- Ay doğdu üzerimize;</i><br /><br />Senâ tepelerinden! Bizi hayra davet eden, aramızda kaldığı sürece şükür vacip oldu bize!<span> <span style="font-size:78%;">(1)</span></span><br /><br />Ey aramıza gönderilen elçi! Şüphesiz ki Sen, itaat edilecek bir işle bize geldin,<span style="font-size:78%;"> <span>(2)</span></span><br /></blockquote><br />diyerek, medeniyetin beşiği Medine Efendimiz'i bağrına basıyordu.<br /><br />Beri tarafta ise, elindeki defe vurup ritim tutturan bazı insanlar:<br /><br /><blockquote><i>- Bizler, Neccâroğullarının komşularıyız; ne mutlu ki Muhammed bize komşu oldu,</i></blockquote><br />şeklinde sürûr neşideleri seslendirirken onlara yönelen Efendiler Efendisi şöyle mukabele edecekti:<br /><blockquote><i>-Allah biliyor ki, Ben de sizi seviyorum!<span> <strong><span style="font-size:78%;">(3)</span></strong></span></i></blockquote><br /><br /><span style="font-size:85%;"><span><strong><span>1:</span></strong> İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n Nihâye, 3/197. Bazı rivayetlerde bu neşidelerin Tebûk sonrasında Medine'ye girilirken terennüm edildiği bilgisi vardır. Bkz. İbn Kesîr, Sîre, 4/38<br /><br /><strong><span>2:</span></strong> Muhibbuttaberi, er-Rıyâdü'n-Nadıra, 1/480. Bazı âlimeler, sözü edilen neşidelerin, hicret sonrasında Medine'ye ilk girişte değil de, Tebük Savaşı'ndan dönüşte söylendiğini anlatmaktadır. Konuyla ilgili rivayetler birleştirildiğinde bu beyitlerin her iki zamanda da söylenildiği anlaşılmaktadır. Bkz. İbn Kayyim, Zâdü'l-Meâd, 3/10; Mübârekfûrî, er-Rahîku'l-Mahtûm, 162<br /><br /><span><strong>3:</strong></span> İbn Mâce, Sünen, 1/612 (1899)<br /><br /><span><strong>Kaynak:</strong></span> Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz (s.a.v) -1-, Bidâyetten Bedir'e, sayfa 562, Reşit Haylamaz, Işık Yayınları 2007</span></span><span><br /><br /><br /></span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-20632117315823843052007-04-06T23:45:00.000+03:002007-04-07T00:01:00.679+03:00Ebû Leheb'in kızı Dürre'nin Hicreti<strong>Ebû Leheb</strong>'in kızı <strong>Dürre</strong>, hicret ederek Râfi b. Muallâ ez-Zürakî'nin (r.a.) evine girdi. Ziyaretine gelen <strong>Züreykoğullarının kadınları</strong> Dürre'ye:<br /><br /><blockquote>"<i>Sen, Ebû Leheb'in kızısın. O Ebû Leheb ki, Allah onun hakkında, "Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Kurudu da. Ona malı da kazandığı da fayda vermedi." buyurmuştur. Binâenaleyh, hicretin sana fayda sağlamaz!</i>" dediler.</blockquote>Dürre, <strong>Efendimizin</strong> (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına vardı. Bu sözleri söyleyen kadınları şikayet etti. <strong>Allah Resûlü</strong> (s.a.v.) onu sakinleştirerek:<br /><br /><blockquote>"<strong><i>Hele bir otur</i>.</strong>" dedi</blockquote>Cemaate öğle namazını kıldırdıktan sonra bir süre minber üzerinde oturdu ve ardından:<br /><br /><blockquote>"<i><strong>Ey insanlar! Neden ehl-i beytim hakkında rencide ediliyorum? Allahâ kasem ederim ki, kıyamet günü benim şefaatim, Hâ, Hakem, Sudâ ve Sehleb kabilelerine bile erişecektir</strong></i>." buyurdu.(1)<br /><br /><br /></blockquote><span style="font-size:85%;"><span><strong>1:</strong> Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr, 24/259 (660)<br /><strong>Kaynak :</strong> Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 1. Cilt sayfa 246</span></span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-50966005888316218162007-03-19T13:41:00.000+02:002007-03-19T13:51:26.029+02:00Duasına icabet edilenlerO devrin gül yüzlü insanları arasında duasına anında icabet edilen kimseler mevcuttur. <strong>Muhbir-i Sâdık (sallallahu aleyhi ve sellem)</strong><br /><blockquote>“<strong><i>Nice saçı başı dağınık insanlar vardır ki, bir meselede Allah’a kasem etseler, Allah onları kasemlerinde yalancı çıkarmaz. (Onların bütün duaları kabul görür.) Berâ b. Malik bunlardandır.</i></strong>” buyurmuştur.</blockquote>Sahabe efendilerimiz, Hazreti Berâ’nın dualarının çabucak kabul edildiğine o kadar çok şahit olmuşlardır ki, savaş meydanında sıkıştıkları bir anda gelip <strong><i><blockquote>“Savaşı kazanacağımıza yemin et; Allah senin yeminini boşa çıkarmaz!”</blockquote></i></strong> dedikleri rivayet edilmektedir.<br /><br />Duası anında kabul görenlerden biri de Sa’d b. Ebî Vakkas hazretleridir. Öyle ki, bir gün Kûfe sokaklarında yürürken bir adamın Hazreti Ali, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah (Allah hepsinden razı olsun) gibi sahabîlere sövüp saydığını duyar. Güzel konuşması, hakaret etmemesi için adamı uyarır. Saygısız adam inat eder. Bunun üzerine Hazreti Sa’d<br /><blockquote>“<strong>Sesini kesiyor musun, yoksa beddua edeyim mi?</strong>” der.</blockquote>Adam, büsbütün küstahlaşır ve<blockquote>“<strong>Beni tehdid mi ediyorsun?</strong>”karşılığını verir.</blockquote>İşte o zaman Sa’d b. Ebî Vakkas ellerini açar ve <blockquote>“A<strong>llah’ım, şu adama haddini bildir; diğerleri de bundan ibret alsınlar, tâ ki böyle insanların aleyhine ulu orta konuşmalar olmasın.</strong>”</blockquote> diye dua eder.<br /><br />Daha aradan bir-iki dakika geçmeden nereden çıktığı bilinmeyen bir deve kalabalığın bulunduğu yere koşar, cemaatin içine dalar; birini arıyormuşçasına oraya buraya hamle yapar ve sonunda gidip saygısızca konuşan o adamı ayaklarının altına alır, üzerinde tepinir. Biraz sonra adamın acı acı feryatları kesilir ve etraftakilerin şaşkın bakışları arasında son nefesini de verir.<br /><br /><span style="font-size:85%;">(1) <a href="http://tr.fgulen.com/">M.Fethullah Gülen</a>, <a href="http://www.herkul.org/kiriktesti/index.php">Kırık Testi</a>, <a href="http://www.herkul.org/kiriktesti/index.php?article_id=3869">Sahabe Mesleği ve Şekerlemeler</a>, 12.03.2007</span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-63269417636597724692007-03-13T06:44:00.000+02:002007-03-13T07:09:50.533+02:00Unutulmayan HatıralarAncak, onun yokluğu bir hicrandı ve ayrılığı Allah Rasûlü'ne çok dokunmuştu. Kutlu bir göçle Medine'ye hicretine kadar da hep bu hicranla yalnız ve sürekli Hatice'nin hatıralarıyla beraber yaşayacaktı. Âdeta Hatice ölmemiş, yan odada yaşıyor gibiydi. Bir gün yanına gelen bir sahâbî,<br /><br />"<strong>Yâ Rasûlallah! Görüyorum ki, Hatice'nin yokluğundan dolayı sanki üzüntüden iki büklüm gibisin</strong>" diyecekti. Doğru söze ne denirdi<br />"<strong>Evet</strong>" diye cevapladı ve ardından da<br />"<strong>O, çocuklarımın anası, evimin de hanımefendisiydi...!</strong>" buyurdu.<br /><br />Bir gün, anne Hatice'nin emaneti kızı Fâtıma, babası ve Efendisi Allah Rasûlü'ne;<br />"<strong>Yâ Rasûlallah! Annem Hatice, şimdi nerede?</strong>" diye soracaktı. Cevap çok gecikmedi;<br />"<strong>Kamıştan bir köşkün içinde.</strong>"<br /><br />Hz.Fâtıma'nın soruları devam ediyordu,<br />"<strong>Şu bildiğimiz kamış mı?</strong>"<br /><br />Dünyadaki malzemelerle ukbânınkiler elbette farklı idi ve kamış da bilinen kamıştan farklı olmalıydı. Onun için Efendiler Efendisi;<br />"<strong>Hayır.. hayır..! İnci, yakut ve mercanlarla bezenip süslenmiş kamış</strong>" (1) diyerek annesinin ahiretteki durumunu anlattı kızı Hz.Fâtıma'ya...<br /><br />O'nun arkasından o kadar üzüntü duymuştu ki, uzaktan müşahade edenler Allah Rasûlü'nün (s.a.s.) başına bir şey geleceğinden endişe duyar olmuşlardı. Bu durum, Mekke kutlu bir fetihle yeniden ve ardına kadar kapılarını açacağı ve Medine'de Âişe validemizle yeni bir yuva kurulacağı ana kadar da devam edecekti.<br /><br />Efendiler Efendisi, zahiren yalnızdı; yanında sadece Hatice'nin emanetleri kalmıştı. Ancak Kâinatın İftihar Tablosu, her fırsatta Hatice'den söz açıyor ve neredeyse karşılaştığı herkese O'nun faziletlerinden bahsediyordu.<br /><br /><strong><span style="font-size:85%;"><span>1:</span> </span></strong><span style="font-size:85%;">Heysemi, Mecmau'z Zevîd, 9/223</span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-18120606991284808242007-03-13T06:24:00.000+02:002007-03-13T06:42:24.178+02:00Beni aralıklı takip et.Ali, Müslüman olmuştu olmasına ama o gün için bir insanın Müslüman olması, bütün sıkıntıları peşinen kabullenmesi anlamına geliyordu. Kureyş, adım adım takip ediyor ve kiminle konuştuklarını, nereye gittiklerini ve nelerle meşgul olduklarını inceden inceye izliyordu. Yanlarına yaklaşanı takibe alıyor ve türlü türlü bahane ve yalanlarla iman yoluna gitmekten inasanları vazgeçirmeye çalışıyorlardı.<br /><br />Bir gün Ebû Zerr, Mekke'deki farklılığı duymuş ve merakını gidermek için yola koyulup gelmişti. Şartları bildiği için açıktan da kimseye hâlini açamamış, belki gelir ümidiyle Kâbe'de bekliyordu. Üçüncü gün Hz. Ali yaklaştı yanına ve buraya gelliş sebebini sordu gizlice... Maksadını öğrenip samimiyetini görünce de;<br /><br /><blockquote>"<strong>Şüphesiz O, gerçektir. Kesinlikle Allah'ın peygamberidir. Sabah uyanınca benimle birlikte gel. Yalnız beni aralıklı takip et. Yolda bir tehlike sezersem, bir bahaneyle duraklarım. Bu durumda sen yoluna devam et. Ancak problem olmazsa ben nereye gidersem sen de oraya gel</strong>" diyecek ve iman yolunda Ebû Zerr'e kılavuzluk yapacaktı. (1)</blockquote><br /><br /><span style="font-size:85%;"><span><strong>1 :</strong> Taberân'i, el-Mu'cemu'l-Evsât, 3/109 (2633)<br /><strong>Kaynak :</strong> "Fütüvvet Ruhunun Aşkın Kahramanı Hz. Ali" syf : 20-21, Bekir Burak, Rehber Yayınları , 2005<br /><strong>Sesli Kitap :</strong> <a href="http://usa.stv.com.tr/burcfm/irfan/bolum017.mp3">Burç FM İfran Sızıntıları Programı , Bölüm 17, Dakika 21:17</a></span></span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-57760298233068896502007-02-06T01:25:00.000+02:002007-02-06T01:51:26.331+02:00Hazreti Ebû Bekir'in Müşriklerle Bahse Girmesi<p>Niyar b. Mükrem anlatıyor: "<strong>Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yakın bir yerde mağlup oldular. Ama bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler.</strong>" (Rum, 30/1-4) âyetleri nazil olduğu sırada, Farslılar Rumları yenilgiye uğratmışlardı. Müslümanlar ise, Rumların İranlıları yenmesini istiyorlardı. Çünkü onlar da ehl-i kitaptı. Allah Teâlâ, bu hususu belirtmek için de, "<strong>O gün, müminler de, Allah'ın verdiği zafer sayesinde sevinecekler. Allah dilediğini muzaffer kılar. Zira O, azîzdir, rahîmdir</strong>" (Rum, 30/4-5) âyetlerini indirdi.</p><p>Kureyş kabilesi ise, İranlıların Rumları yenilgiye uğratmasına sevinmişlerdi. Çünkü İranlılar da Kureyş de ehl-i kitap değildi. Ahirete de inanmıyorlardı.</p><p>İşte bu âyetler inince, Hazreti Ebû Bekir, Mekke sokaklarında "<strong>Elif, Lâm, Mim. Rumlar yakın bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden sonra, birkaç yıl içinde galip geleceklerdir.</strong>" âyetlerini okumaya başladı. Bunun üzerine bir grup Kureyşli, Hazreti Ebû Bekir'e: "<strong>Siz Rumları, biz de İranlıları tutuyoruz. Büyüğünüz (Muhammed) Rumların birkaç yıl içinde İranlıları yeneceklerini iddia ediyor. Bu hususta bahse var mısınız?</strong>" dediler. Hazreti Ebû Bekir, "<strong>Evet</strong>" diye cevap verdi. Henüz bahse girmek haram kılınmamıştı. Böylece, Ebû Bekir ile müşrikler bahse girdiler. Müşrikler, Ebû Bekir'e: "<strong>Üç ila dokuz yıl arasından hangi yılı tespit edecekseniz edin. O yılı belirtelim. İddiamız da o yıl sona ersin.</strong>" dediler. Müddeti, altı yıl olarak tespit ettiler. Altı yıl geçtiği hâlde, Rumlar galip gelmeyince müşrikler iddiaya koydukları malı Ebû Bekir'den aldılar. Fakat, yedinci sene Rumların İranlıları yenmesi üzerine, Müslümanlar süreyi altı yıl olarak tayin ettiği için Ebû Bekir'i kınadılar. Hazreti Ebû Bekir ise: "<strong>Çünkü, Allah 'birkaç yıl içinde' buyurmuştu. Benim amacım ise, Allahîn ve Resûlünün sözünü tasdik etmekti.</strong>" dedi. Bunun üzerine, Allah Resûlü şöyle dedi: "<strong>Onlarla yeniden bahse gir. Ortaya konan ödülü arttır ve zamanı da birkaç yıl tehir et.</strong>"</p><p>Hazreti Ebû Bekir, onlara yine gitti ve "<strong>Bir daha iddiaya var mısınız, yeniden iddialaşmak iyidir!</strong>" dedi. Onlar da "<strong>Evet, varız!</strong>" dediler. Belirtilen seneler dolmadan, Rumlar İranlıları mağlup ederek Medâin'i aldılar ve Roma İmparatorluğu'na kattılar. Bunun üzerine, Hazreti Ebû Bekir Allah Resûlüne geldi ve: "<strong>Müşriklerden alacağım mal haramdır.</strong>" dedi. Allah Resûlü ise: "<strong>Onu alıp sadaka olarak dağıtırsın.</strong>" buyurdu. (1)</p><p><span style="font-size:85%;"><strong>1:</strong> İbn Kesir, Tefsir, 3/423<br /><strong>Kaynak :</strong> Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 1. Cilt sayfa 221</span></p><p> </p>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3983111205003649176.post-22318690287084137342007-01-30T01:03:00.000+02:002007-01-30T01:18:45.214+02:00Namaz kılmadan cennete giren kimseEbû Hureyre <span>(radıyallahu anh)</span> yanında bulunanlara: "<strong>Hiç namaz kılmadığı halde cennete giren kimseyi bana söyleyin.</strong>" demişti. Halk bilemeyince kendisine: "<strong>Sen söyle, kimmiş o bakalım?</strong>" demişti. O da: "<strong>Abdüleşheloğullarından Usayrım diye anılan Amr b. Sâbit b. Vakş.</strong>" karşılığını vermişti.<br /><br />Hadisin râvilerinden Husayn idyor ki: Ben Mahmud b. Esed'e:"<strong>Usayrım'ın durumu ne imiş? Ne Yapmış?</strong>" diye sordum. Şöyle anlattı: "Usayrım, kavminin İslâm'a girmesine hep engel oluyordu. Uhud Savaşı yaşandığı gün, gerçeği anladı ve Müslüman oldu. Sonra kılıcını aldı, yürüdü. Savaş alanına girip savaştı. Aldığı yaralarla hareket edemez hâle geldi. O sırada, Abdüleşheloğullarından bazıları savaş meydanında kendi cenazelerini arıyordu. Derken Usayrım'a rastladılar, "<strong>Vallahi bu, Usayrım! Burada ne arıyor, biz ondan ayrılırken Müslümanlık davasına karşı idi.</strong>" dediler. Yanına yaklaşarak, "<strong>Ey Amr, niçin geldin? Kavmine acıdığın için mi yoksa İslâm'a girmek için mi?</strong>" diye sordular. "<strong>İslâm'a girmek için geldim. Allah'a ve Peygamberine iman ettim, Müslüman oldum. Sonra kılıcımı aldım. Resûlullah ile birlikte yürüdüm, şu yaraları alıncaya kadar savaştım.</strong>" dedi. Çok sürmedi, onların elleri arasında ruhunu teslim etti. Durumu Allah Resûlüne bildirdiklerinde, "<strong>O, cennet ehlindendir.</strong>" buyurdu."<span style="font-size:85%;">(1)</span><br /><br /><span style="font-size:85%;"><strong>1:</strong> İbn Kesîr, el-Bidâye, 4/37<br /><strong>Kaynak :</strong> Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 1. Cilt sayfa 286</span>Manzaralarhttp://www.blogger.com/profile/14492513546689183261noreply@blogger.com0