11 Ekim 2008 Cumartesi

Müslümanların işlerini görmek amacıyla koşuşturmak

İbn Abbas, Mescid-i Nebevi'de itikaf yapıyordu. Biri geldi, O'na selam verdi ve oturdu. İbn Abbas, adama şöyle dedi:
"Ey filân! Seni çok üzgün ve sıkıntılı görüyorum."
Adam:
"Evet, doğrudur. Filân adamın benim üzerinde velâ hakkı vardı; beni, belirli bir bedel karşılığında kölelikten hürriyete kavuşturmuştu. Benim ise, şu kabirde yatan zatın hürmetine yemin ederim kji, O'nun benden alacağını ödeme gücüm yok." dedi.
İbn Abbas:
"Senin için onunla konuşayım mı?" diye sordu.
Adam da
"Sen bilirsin, istersen konuş." dedi.
İbn Abbas, terliklerini ayağına geçirdi ve mescitten çıktı. Adam dedi ki:
"İtikafta olduğunu unuttun mu yoksa?"
İbn Abbas:
"Hayır, unutmadım. Ancak, bu kabrin sahibi Efendimizin: 'Kim bir Müslüman kardeşinin işi için koşturur ve ihtiyacını görürse, ona on yıl itikaf etmekten daha büyük mükafat vardır. Kim Allah rızası için bir gün itikafta kalırsa, Allah, onunla cehennem arasına, güneşin doğduğu yer ile battığı yer arasındaki mesafeden daha geniş olan üç hendek koyar.' dediğini duymuştum." (1)


1 : Münzirî, et-Tergib, 2/96 (1650)
Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 2. Cilt sayfa 133

Toprağın Babası

Resûlü Kibriya Hazretleri, kızı ve damadını zaman zaman ziyaret eder, onların hal ve hatırlarını sorardı. Hz. Ali'nin evde olmadığı bir sırada yine hanelerine teşrif buyurmuştu. Gözleri Ali'yi bulamayınca, evde olmayışının sebebini sorup, durumu kızı Fâtıma'dan öğrenmişti. Aile hayatı ya, Fâtıma ile aralarında bir anlaşmazlık zuhûr etmiş ve Ali de, çözümü zamana yaymak için evden ayrılmıştı. Dizinin dibinde yetiştirdiği damadının üzülmesine Allah Rasûlü de razı değildi. Aradaki zaman uzamadan problem çözülmeli ve küçük şeylerin, saâdetin üfül üfül tüllendiği büyük yuvaları zedelemesine müsaade edilmemeliydi.

Kalktı ve arkasından O'nu aramaya çıktı. Geceleri de gündüzleri kadar aydın olan bir iman kahramanı nereye gidebilirdi? Tahmin ettiği gibi Hz. Ali mesciddeydi; yere uzanmış ve uyandırmak için mübarek ayaklarının ucu ile dokundu ilk önce... Ve ardından yüzüne şefkatle bakıp iltifat dolu bir ses tonuyla;


-'Kalk, yâ Ebâ Tûrâb!' diye seslendi.

Bu bir lâtifeydi ve 'toprağın babası' anlamına geliyordu. Zira başını yastık diye koyduğu toprak, yüzünde izler bırakmış ve tane tane yuvarlanıp üzerinden dökülüyordu. O'nun bu iltifatından o kadar hoşlanmıştı ki, kendisine 'toprağın babası' anlamında Ebu't-Türâb denilmesinden ayrı bir haz duyar olmuştu.

13 Temmuz 2008 Pazar

Ebu Zerr El-Gıfarî (ra)

Bir aralık, Hz. Ebu Zerr gelir Müslüman olur.. bu heyecanlı insanın, o devrede Mekke’de bulunması, hem kendi hem de diğerleri için zarar doğuracağından Allah Resûlü onu, kabilesine geri gönderir ve orada irşada memur eder.. ve ilavede bulunur:
“Bizim galebe çaldığımız devri gözet; ve işte bize, o zaman gel!”
Ebu Zerr (ra), Hayber’in fethinden sonra gelir ve Allah Resûlü’ne dehalet eder. Hâlbuki o, daha Mekke döneminin ilk yıllarında Müslüman olmuştur.[1] Ebu Zerr (ra) âbiddi, zahitti.[2] Ebu Zerr, bugünün içtimaîyatçılarının aklını döndürecek şekilde içtimaî adaletçi; hatta sosyalist yazarlara göre, ilk sosyalizm düşüncesini ortaya atan insandı. -Bu düşünceleri onların olsun- Yani fakirlik ne demektir? Fakirliğe karşı savaş nasıl verilir? Bunu ilk ortaya atan kahraman Ebu Zerr’dir. Aynı zamanda o, cennetin kendisine müştak olduğu insanlardan biridir.[3] Bütün bunlara rağmen bir gün Allah Resûlü’ne geldi ve şöyle dedi:
“Bana da bir imaret ver Ya Resûlallah!”
Yani, bir ordunun başında kumandan veya bir vilayetin başında vali olayım. Bir yerde beni de vazifelendir. Allah Resûlü ona şu cevabı verdi:
“Sen zayıfsın bu işler çok ağırdır Ya Ebâ Zerr! Böyle bir vazifeye talib olma. Bu vazife ona talib olana verilmez!”[4]

O, Ebu Zerr’e böyle derken, Hz. Ebu Bekir ve Ömer’e aynı şeyleri söylemiyordu. Aksine, onların imaretlerine işaret sadedinde; sağ eliyle Hz. Ebu Bekir’in, sol eliyle de Hz. Ömer’in elini tutmuş ve şöyle demişti:
“Benim gökte iki, yerde iki vezirim var. Göktekiler Cebrâil ve Mikâil; yerdekiler de Ebu Bekir ve Ömer’dir.”[5]

Diğer taraftan, gaybbîn gözüyle, olacakları görmüş ve dört raşid halifenin hilâfetlerine dair işaretlerde bulunmuştu. Hz. Osman’a (ra) gelince عَلَى بَلْوَى yani “imtihan ağırlıklı” kaydını ilave etmişti..;[6] ve öyle de Hz. Osman’ın hilâfeti biraz belalı olmuştu.

Evet, O, kadrosundaki insanları, onlardan daha iyi tanıyordu. Vazifelendirdiği şahıslarda vazife itibarıyla hiç falso olmamıştı. Ebu Zerr (ra), imarete talip olabilir; kendini bu işin altından kalkacak güçte görebilir; fakat Allah Resûlü, Ebu Zerr’i, Ebu Zerr’den daha iyi bilmektedir.
“Sen zayıfsın, bu iş ise ağırdır.” der ve ona imaret vazifesi vermez.


[1] Müslim, Fezâil, 132-133; İbn Kesîr, el-Bîdâye, 3/45-47.
[2] İbn Hâcer, İsâbe, 4/62; Mecmau’z-Zevâid, 9/330; Buhari, Menakibu’l-Ensar, 33.
[3] Mecmau’z-Zevâid, 9/330.
[4] Müslim, İmare, 16,17, Müsned, 5/173
[5] Kenzü’l-Ummâl, 11/563, 13/15.
[6] Buharî, Fezâilü’l-Ashâb, 5-7; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 29

Kaynak : Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005
http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/424/40/


Hz. Safiyye'nin Rüyasını Anlatması

Peygamber Efendimiz, Hz. Safiyye'nin yüzünde bir darbe çürüğü gördü. Sebebini sordu. Hz. Safiyye izah etti:
"Kinane, b. Rebi ile evlendiğim ilk gece bir rüya görmüştüm. Rüyamda Medine tarafından bir ayın gelip kucağıma düştüğüne şâhid oluyordum. Bunu Kinane'ye anlatınca kızdı ve, 'Sen ancak Hicaz Hükümdarı Muhammed'e varmak istiyorsun!' diyerek yüzüme bir tokat vurdu. Onun izi kaldı." (1)
1: İbn-i Hişam, Sîre, c.3, s.351; İbn-i Sa'd, Tabakat, c.8, s.121.
Kaynak : Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 2, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007, sayfa 413-414

1 Haziran 2008 Pazar

Hz. Cüleybib (r.a.)

Cüleybib’den daha önce bahsetmiştik. 15-16 yaşlarındaki bu genç, kadınlara sarkıntılık yapmaktan kendini alamadığı söylenir. Ve Allah Resûlü, o iksir ifadeleriyle onu ikna eder ve ardından da onun için Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunur.[1]

Artık Cüleybib, Medine’nin en iffetli insanlarından biri haline gelmiştir. Bir gün Allah Resûlü, onu evlenecek kızları olan bir aileye gönderir. Aile soylu ve afiftir. Her an kızları için bir teklif beklemektedirler.

Cüleybib kapıyı çalıp içeriye girer ve onlara Allah Resûlü’nün selamını söyler. Aile heyecanlanmıştır. Ardından da teklifini yapıştırır ve Allah Resûlü’nün dediklerini aynen onlara nakleder. İki Cihan Serveri:

“Benim selamımı söyle kızlarını sana versinler.” demiştir.

Ana-baba birbirlerine bakışırlar. “Cüleybib’e mi?” diye düşünürler. Ancak emri veren Allah Resûlü’dür ve meselenin tereddüde tahammülü yoktur. Onlar kızları adına tereddüt geçirirken, perde arkasından bütün konuşulanları dinlemiş olan evin kızı seslenir:

“Allah Resûlü’nün emrini yerine getiren birisi karşısında niçin tereddüt gösteriyorsunuz?”[2]

Cüleybib artık evlenmiştir. Üç-beş hafta sonra da bir cihada iştirak eder ve orada şehid düşer. Bazıları şehitlerini araştırmaktadır ve:

“Kayıplarınız var mı?” diye sorar Allah Resûlü;

“Yok” diye cevap verirler.

O: “Ama benim kaybım var.” der

ve evladını yitirmiş mahzun, yüreği yaralı bir baba gibi Cüleybib’i arar.. arar ve bir yerde bulur. Yedi kafirin yanında, üstü başı kanlı, bir sürü yara içinde ve elinde kılıcı.

Allah Resûlü ferman eder: “Yedi tane öldürdü gazi oldu ve sonra da şehit düştü.”

Başını dizine koyar ve şöyle buyurur: “Allahım, bu bendendir, ben de ondanım.”

İşte Allah Resûlü’nün arkadaşlarına sahip çıkması![3]


[1] Müsned, 5/256, 257
[2] Müsned, 4/422
[3] Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, 131; Müsned, 2/136, 4/422,425

Kaynak : Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005
http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/426/40/

Selman-ı Fârisî'nin Kölelikten Kurtarılması

Selman-ı Fârisî Hazretleri, daha önce Yahudîlerin kölesi idi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gün kendisini çağırarak,
"Ey Selman! Kendini kölelikten kurtarmak için, efendinle pazarlık yaparak anlaş" dedi.

Hz. Selman, efendisine durumu arzedince, o,
"Üç yüz hurma fidanını diker ve ayrıca 40 ukiyye [bin 600 dirhem] altın verirsen âzad ederim." dedi.

Bunun üzerine Hz. Selman, Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına gelip durumunu arzetti. Peygamber Efendimiz, ashabına,
"Kardeşinize yardım ediniz." buyurdu.

Bu emir üzerine sahabîler, bir anda kendi aralarında gerekli olan 300 hurma fidanını topladılar. Hurma fidanları toplanınca Peygamber Efendimiz,
"Ey Selman! Git de şu fidanlar için çukurlar kaz! Bitirince de gelip bana haber ver. Ben onları kendi elimle dikeyim!" diye ferman etti.

Sahabîlerin de yardımıyla Hz. Selman çukurları kazıp bitirince, Efendimize haber verdi.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, bizzat mübârek eliyle, biri müstesna, diğer bütün hurma fidanlarını dikti. O sene zarfında Efendimizin diktiği bütün fidanlar hurma verdi. Yalnız, başkasının diktiği bir tek fidan hurma vermedi. Peygamber Efendimiz onu da çıkardı, yeniden dikti; o da meyve verdi.

Böylece, Hz. Selman, Benî Kurayza Yahudîlerinden olan efendisine hurma ağaçları borcunu ödemiş oldu. (1)

Hurma ağacı borcunu ödeyen Hz. Selman'ın sâdece altın borcu kalmıştı.

Bunu da bizzat Hz. Selman şöyle anlatır:
"Resûlullah (s.a.v.), gazâların birinden tavuk yumurtası kadar bir altın külçesi getirmişti. Beni huzuruna çağırttı ve, 'Ey Selman! Bunu al, borcunu öde.' buyurdu.

"Ben, 'Yâ Resûlallah...' dedim, 'Bu kadarcık altın parçasıyla borcum ödenmez ki!'"

"Külçeyi eline alıp tükürüğünü sürdü ve, 'Al bunu! Allah, senin borcunu bununla ödeyecektir!' buyurdu."

"Bunun üzerine ondan alacaklıya tartıp tartıp verdim. Borcum olan 40 ukiyyeyi [bin 600 dirhem] verdikten sonra, o tavuk yumurtası kadar olan altın parçası eskisi gibi bana kaldı!" (2)

1: İbn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 234-235; İsfahanî, Delâilû'n-Nübüvve, s. 218-219; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 135-136.
2: İbn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 235; İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 185; Kadı İyaz, Şifa, c. 1, s. 277-278.
Kaynak : Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 2, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007, sayfa 291

11 Ocak 2008 Cuma

Aman Allah'ım Hâle Gelmiş!

Bir defasında Allah Rasûlü, Hz. Hatice'nin kız kardeşi Hâle'nin, eve girmek için istediğini duymuştu. Sesini ve izin isteme tarzını Hz. Hatice'ye o kadar çok benzetmişti ki, heyecanla ayağa kalkmış ve,

Aman Allah'ım! Bu Huveylid'in kızı Hâle'dir! demişti.
O'nun bu heyecan ve helacanına şahit olan Âişe validemiz ise, kadın fıtratının gereği olarak kıskanıp araya girmiş ve yıllar önce ölüp aralarından ayrılmış birisi için bu kadar ilginin sebebini sormuştu. Bir yönüyle Allah'ın kendisine, ondan hayırlılarını verdiğini ifade ediyor ve bu kadar ilgiyi biraz fazla buluyordu. Belki de Hatice'nin kadrini, bizzat Allah Rasûlü'nin ağzından âleme ilân etmek için bir zemin hazırlamaydı bu..!

Allah Rasûlü ise, duyduklarından hoşlanmadığını îmâ edecek ve;

O'nun gibisi var mıydı? diye başladığı cümlelerini,

Allah'a yemin olsun ki Allah, Bana ondan daha hayırlısını vermemiştir, insanlar küfrederken o Bana inandı. İnsanlar Beni yalanlarken o Beni tasdik etti. İnsanlar mahrum ederken malıyla Beni o destekledi. Ve Allah, onun vesilesiyle Beni evlât olarak rızıklandırdı
şeklinde tamamlayacak ve böyle bir çıkışı tasvip etmediğini ifade edip Hz. Hatice'nin hatırına toz kondurmayacaktı.

Maksat hâsıl olmuştu ya, feraset ve basiret insanı Hz. Âişe validemiz de, hemen affını dileyecek ve daha sonra Hz. Hatice hakkında asla olumsuz bir şey söylememe konusunda söz üstüne söz verecekti. (1)

1 : Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr, 23/11; Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, 2/112
Kaynak :
Kadınlık Âleminin Sultanı, Hazreti Hatice. Bekir Burak, Rehber Yayınları 4. Baskı, 2006, sayfa 83