27 Eylül 2007 Perşembe

Resul-i Ekrem'in Soğan ve Sarımsak Kokusundan Hoşlanmaması

Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evine yerleşen Fahri Âlem Efendimize, Medineli Müslümanlar her gün muntazaman yemek getirirlerdi.

Hz. Ebû Eyyûb ve ailesi ise, devamlı akşam yemeklerini hazırlarlardı. Hazırladıkları yemeklerden geri kalanını ise teberrüken yerlerdi.

Yine, bir gece, soğanlı veya sarımsaklı bir yemek yapıp göndermişlerdi.

Resulullah, yemeği, geri çevirdi!

Ebû Eyyûb (r.a.), yemekte Resulullah'ın parmaklarının izini görmeyince feryad ederek yanına gitti ve,

"Yâ Resulullah! Anam babam sana feda olsun! Sen akşam yemeğini geri çevirdin!" dedi
Resulullah,

"O sebzede bir koku hissettim, ondan yemedim. Ben, arkadaşım Cebrail'i rahatsız etmek istemem!" buyurdu ve ilâve etti: "İnsanı rahatsız eden şeyden, melekler de
rahatsız olurlar."

Bunun üzerine Ebû Eyyûb,

"Yâ Resulullah! Yoksa o yemek haram mıdır?" diye sordu.

Resul-i Ekrem Efendimiz,

"Hayır! Fakat, ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım." buyurdu. (1)

Ebû Eyyûb Hazretleri de,

"Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam!" dedi. (2)


1 : İbn-i Hişam, Sîre, c:2, s. 144
2 : Müslim, Sahih, c.6, s.126-127
Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 1, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007, sayfa 456

15 Eylül 2007 Cumartesi

Bedr-i Suğra

Ebu Süfyan, Uhud’dan ayrılırken: “Bir sene sonra Bedir’de buluşalım.” deyip meydan okumuş ve Allah Resûlü de, onun bu teklifini kabul etmiş...(1)
Ve ertesi sene tam vaktinde ordusuyla Bedr’e geldi. Fakat müşriklerden hiçbir ses yoktu. Efendimiz, orada bir-iki gün bekledi ve ardından Medine’ye döndü ki; buna İslâm tarihinde “Bedr-i Suğra” denir. Daha önceki Bedr’e benzer küçük bir zafer kazanılmış ve müşriklerin kalbine korku salınmıştı. Nuaym b. Mesûd, Allah Resûlü’ne gelip, Kureyş’in büyük bir ordu toparlayıp Bedr’e doğru gelmekte olduğunu söyleyerek Müslümanları korkutmak istemişti. Hâlbuki onun verdiği bu haber, sadece mü’minlerin îmanını artırmıştı. Kur’ân-ı Kerîm bu hâdiseden bahsederken şöyle der:

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

İnsanlar onlara: ‘Düşmanınız olan kimseler size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun.’ dediler. Bu onların îmanını artırdı da: ‘Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir.’ dediler.” (Âl-i İmran, 3/173).

Bu ikinci Bedir’den de gayet itmi’nân içinde dönmüşlerdi ve çölde tekrar emniyet esintileri duyuluyordu. Artık, bir kere daha iyiden iyiye bütün kabilelerde, Allah Resûlü’nün emniyet atmosferi duyulmaya başlamıştı.

1 : İbn Hişam, Sîre, 3/100 vd. İbn Kesir, el-Bidaye, 4/43
Kaynak : Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, Cilt 2, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005, Sayfa 282,
http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/456/40/

Ümmetin Fir'avnu Yıkılıyor

Abdurrahman bin Avf (ra) anlatıyor:

“Bedr’in tam kızıştığı andı. Allah Resûlü’nün bir avuç kum alıp düşmanın yüzüne saçtığı ve “Yüzleri kararsın” buyurduğu anda âdeta kelle alınıyor, kelle veriliyor ve her şey kelleler üzerinde dönüyordu. Tam o sırada yanıma sülün gibi iki delikanlı süzülüverdi. Belki de, boyları tutsun diye, Bedr’e gelirken parmaklarının uçlarına dikilenlerdi. 15-16 yaşında iki delikanlı.. biri, sağımdan sokuldu ve bana şöyle dedi; ‘Bana Ebu Cehl’i gösterir misin amcacığım.’ Sordum: ‘Ne yapacaksın?’ Cevap verdi: ‘Allah’a (cc) söz verdim. Allah Resûlü’nün bu düşmanını görürsem öldüreceğim.’ (Şimdiye kadar îmanın, îman nurunun önünü engelleyen, Kur’ân nurunun neşredilmesine mânî olan bu karanlık ruhu, yemin ettim, vallahi görürsem öldüreceğim.) Öbürü ondan saklıyordu durumunu, sol kulağıma eğildi, O da ‘Amca! Bana Ebu Cehl’i gösterir misin?’ diye soruyordu. Ona da aynı soruyu sordum, ondan da aynı cevabı aldım. Derken, bir aralık Ebu Cehl’i gördüm.. Parmağımla işaret ettim.. Elimi daha indirmemiştim ki, bir küheylân gibi Ebu Cehl’in yanında bitivermişlerdi.. az sonra da, birkaç kılıç darbesi ile onu yere indirmişlerdi.” İçlerinden biri ciddi yaralanmıştı. Koca yiğit yaralanmıştı ama, insanlık tarihinde küfrü temsil edenlerden biri ve Allah Resûlü’nün “Bu ümmetin Fir’avunudur.” dediği en büyük kâfir de yıkılmıştı. (1)
Bu yiğitler, Avf İbn Haris, Muavviz İbn Haris ki, iki kardeşti. Daha net tanımak isterseniz, bunlar, Uhud vak’asında, oğullarını, kocasını, kardeşini şehit verdikten sonra, Allah Resûlü’nün cübbesine dudaklarını koyup da
كُلُّ مُصِيبَةٍ بَعْدَكَ جَلَلSenden sonra bütün musibetler çok hafiftir.
diyen Sümeyra’nın (ra) oğullarıydı.(2)

Ana oydu, oğullar da bunlar.. Bir cehalet tepesini aşmış, öbür tarafa geçmişlerdi. Uhud’da umduklarını bulmuş ve Allah’a (cc) gidip ulaşmışlardı. Aslında onlar, Bedr’e gelirken de işte bu yüksek ideâlle gelmişlerdi.

1 : İbn Hişam, Sîre, 2/280-287; İbn Kesîr, el-Bidaye, 3/350 vd.
2 : İbn Hişam, Sîre, 3/105; İbn Kesîr, el-Bidaye, 4/53-54.

Kaynak : Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, Cilt 2, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005, Sayfa 240,
http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/453/40/1/7/


9 Eylül 2007 Pazar

Bedevînin Titremesi

Mekke artık fethedilmişti.

Yüzlerde, gönüllerde sevinç vardı. Şehirde müstesna bir bayram havasının neşesi hâkimdi.

Bu sırada bir bedevînin Peygamberimizin yanına yaklaştığı görüldü. Bir peygamberin karşısında bulunmanın heyecan ve haşyeti altında bedevî tir tir titriyordu.

Durumu fark eden Resûl-i Kibriya,

"Ne oluyor sana? Kendine gelsene! Ben bir hükümdar değilim; ben, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşli bir kadının oğluyum." (1)
buyurdu.

Bu sözleriyle Peygamber Efendimiz, eşsiz bir tevâzu örneği veriyordu. O, hükümdar bir peygamber olmak ile kul bir peygamber olmak arasında muhayyer bırakıldığında da "kul bir peygamber" olmayı tercih etmişti. (2)

Gönül deryasında her zaman hâkim olan, tevâzu idi.

Resûl-i Kibriya'nın bu mübârek sözlerine muhattab olan bedevî, rahatlı ve titremesi geçti.

1 : İbn-i Kesir, c:3, s. 556
2 : Kadı İyaz, Şifa, c.1, s.262
Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 2, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007, sayfa 516