2 Ekim 2007 Salı

Seven Kişinin, Sevdiğine Sevgisini Söylemesi

İbn Ömer anlatıyor: Allah Resûlünün yanında oturuyordum. Bir adam çıkageldi ve selam verdi; sonra ayrıldı ve gitti. Dedim ki:

"Bu giden adamı ben seviyorum."
Allah Resûlü:
"Ona sevdiğini bildirdin mi?" diye sordu.
Ben,
"Hayır, bildirmedim." dedim.
Resûlullah,
"O hâlde, ona sevdiğini bildir." buyurdu.
Ben de, adamın arkasından koştum ve ona yetiştim. Selam verdim; elimi omzuna koydum. Ona:
"Vallahi, seni Allah için seviyorum." dedim.
"Ben de, seni Allah için seviyorum." dedi bana.
Ona dedim ki:
"Vallahi, bunu Allah Resûlü yapmamı emretti; yoksa yanına kadar gelip seni
alıkoymazdım." (1)

Mücâhid der ki : İbn Ömer bana şöyle demişti:
"Allah için sev. Allah için nefret et. Allah için dost ol. Allah için düşman
ol. Allah dostu olmanın yegâne yolu budur. Bir kimse, namazı ve orucu ne kadar
çok olursa olsun, böyle olmadıkça imanın gerçek tadını alamaz. Bu kişinin
insanlarla olan kardeşliği, dünyevî münasebetlerden öteye geçmez." (2)

1: Heysemî, Mecmau'z Zevâid, 10/501 (18035)
2: Heysemî, Mecmau'z Zevâid, 10/486 (17986)
Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 2. Cilt sayfa 156

27 Eylül 2007 Perşembe

Resul-i Ekrem'in Soğan ve Sarımsak Kokusundan Hoşlanmaması

Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evine yerleşen Fahri Âlem Efendimize, Medineli Müslümanlar her gün muntazaman yemek getirirlerdi.

Hz. Ebû Eyyûb ve ailesi ise, devamlı akşam yemeklerini hazırlarlardı. Hazırladıkları yemeklerden geri kalanını ise teberrüken yerlerdi.

Yine, bir gece, soğanlı veya sarımsaklı bir yemek yapıp göndermişlerdi.

Resulullah, yemeği, geri çevirdi!

Ebû Eyyûb (r.a.), yemekte Resulullah'ın parmaklarının izini görmeyince feryad ederek yanına gitti ve,

"Yâ Resulullah! Anam babam sana feda olsun! Sen akşam yemeğini geri çevirdin!" dedi
Resulullah,

"O sebzede bir koku hissettim, ondan yemedim. Ben, arkadaşım Cebrail'i rahatsız etmek istemem!" buyurdu ve ilâve etti: "İnsanı rahatsız eden şeyden, melekler de
rahatsız olurlar."

Bunun üzerine Ebû Eyyûb,

"Yâ Resulullah! Yoksa o yemek haram mıdır?" diye sordu.

Resul-i Ekrem Efendimiz,

"Hayır! Fakat, ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım." buyurdu. (1)

Ebû Eyyûb Hazretleri de,

"Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam!" dedi. (2)


1 : İbn-i Hişam, Sîre, c:2, s. 144
2 : Müslim, Sahih, c.6, s.126-127
Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 1, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007, sayfa 456

15 Eylül 2007 Cumartesi

Bedr-i Suğra

Ebu Süfyan, Uhud’dan ayrılırken: “Bir sene sonra Bedir’de buluşalım.” deyip meydan okumuş ve Allah Resûlü de, onun bu teklifini kabul etmiş...(1)
Ve ertesi sene tam vaktinde ordusuyla Bedr’e geldi. Fakat müşriklerden hiçbir ses yoktu. Efendimiz, orada bir-iki gün bekledi ve ardından Medine’ye döndü ki; buna İslâm tarihinde “Bedr-i Suğra” denir. Daha önceki Bedr’e benzer küçük bir zafer kazanılmış ve müşriklerin kalbine korku salınmıştı. Nuaym b. Mesûd, Allah Resûlü’ne gelip, Kureyş’in büyük bir ordu toparlayıp Bedr’e doğru gelmekte olduğunu söyleyerek Müslümanları korkutmak istemişti. Hâlbuki onun verdiği bu haber, sadece mü’minlerin îmanını artırmıştı. Kur’ân-ı Kerîm bu hâdiseden bahsederken şöyle der:

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

İnsanlar onlara: ‘Düşmanınız olan kimseler size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun.’ dediler. Bu onların îmanını artırdı da: ‘Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir.’ dediler.” (Âl-i İmran, 3/173).

Bu ikinci Bedir’den de gayet itmi’nân içinde dönmüşlerdi ve çölde tekrar emniyet esintileri duyuluyordu. Artık, bir kere daha iyiden iyiye bütün kabilelerde, Allah Resûlü’nün emniyet atmosferi duyulmaya başlamıştı.

1 : İbn Hişam, Sîre, 3/100 vd. İbn Kesir, el-Bidaye, 4/43
Kaynak : Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, Cilt 2, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005, Sayfa 282,
http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/456/40/

Ümmetin Fir'avnu Yıkılıyor

Abdurrahman bin Avf (ra) anlatıyor:

“Bedr’in tam kızıştığı andı. Allah Resûlü’nün bir avuç kum alıp düşmanın yüzüne saçtığı ve “Yüzleri kararsın” buyurduğu anda âdeta kelle alınıyor, kelle veriliyor ve her şey kelleler üzerinde dönüyordu. Tam o sırada yanıma sülün gibi iki delikanlı süzülüverdi. Belki de, boyları tutsun diye, Bedr’e gelirken parmaklarının uçlarına dikilenlerdi. 15-16 yaşında iki delikanlı.. biri, sağımdan sokuldu ve bana şöyle dedi; ‘Bana Ebu Cehl’i gösterir misin amcacığım.’ Sordum: ‘Ne yapacaksın?’ Cevap verdi: ‘Allah’a (cc) söz verdim. Allah Resûlü’nün bu düşmanını görürsem öldüreceğim.’ (Şimdiye kadar îmanın, îman nurunun önünü engelleyen, Kur’ân nurunun neşredilmesine mânî olan bu karanlık ruhu, yemin ettim, vallahi görürsem öldüreceğim.) Öbürü ondan saklıyordu durumunu, sol kulağıma eğildi, O da ‘Amca! Bana Ebu Cehl’i gösterir misin?’ diye soruyordu. Ona da aynı soruyu sordum, ondan da aynı cevabı aldım. Derken, bir aralık Ebu Cehl’i gördüm.. Parmağımla işaret ettim.. Elimi daha indirmemiştim ki, bir küheylân gibi Ebu Cehl’in yanında bitivermişlerdi.. az sonra da, birkaç kılıç darbesi ile onu yere indirmişlerdi.” İçlerinden biri ciddi yaralanmıştı. Koca yiğit yaralanmıştı ama, insanlık tarihinde küfrü temsil edenlerden biri ve Allah Resûlü’nün “Bu ümmetin Fir’avunudur.” dediği en büyük kâfir de yıkılmıştı. (1)
Bu yiğitler, Avf İbn Haris, Muavviz İbn Haris ki, iki kardeşti. Daha net tanımak isterseniz, bunlar, Uhud vak’asında, oğullarını, kocasını, kardeşini şehit verdikten sonra, Allah Resûlü’nün cübbesine dudaklarını koyup da
كُلُّ مُصِيبَةٍ بَعْدَكَ جَلَلSenden sonra bütün musibetler çok hafiftir.
diyen Sümeyra’nın (ra) oğullarıydı.(2)

Ana oydu, oğullar da bunlar.. Bir cehalet tepesini aşmış, öbür tarafa geçmişlerdi. Uhud’da umduklarını bulmuş ve Allah’a (cc) gidip ulaşmışlardı. Aslında onlar, Bedr’e gelirken de işte bu yüksek ideâlle gelmişlerdi.

1 : İbn Hişam, Sîre, 2/280-287; İbn Kesîr, el-Bidaye, 3/350 vd.
2 : İbn Hişam, Sîre, 3/105; İbn Kesîr, el-Bidaye, 4/53-54.

Kaynak : Sonsuz Nur, İnsanlığın İftihar Tablosu, Cilt 2, M. Fethullah Gülen, Nil Yayınları, Mart 2005, Sayfa 240,
http://www.sonsuznur.net/index.php/content/view/453/40/1/7/


9 Eylül 2007 Pazar

Bedevînin Titremesi

Mekke artık fethedilmişti.

Yüzlerde, gönüllerde sevinç vardı. Şehirde müstesna bir bayram havasının neşesi hâkimdi.

Bu sırada bir bedevînin Peygamberimizin yanına yaklaştığı görüldü. Bir peygamberin karşısında bulunmanın heyecan ve haşyeti altında bedevî tir tir titriyordu.

Durumu fark eden Resûl-i Kibriya,

"Ne oluyor sana? Kendine gelsene! Ben bir hükümdar değilim; ben, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşli bir kadının oğluyum." (1)
buyurdu.

Bu sözleriyle Peygamber Efendimiz, eşsiz bir tevâzu örneği veriyordu. O, hükümdar bir peygamber olmak ile kul bir peygamber olmak arasında muhayyer bırakıldığında da "kul bir peygamber" olmayı tercih etmişti. (2)

Gönül deryasında her zaman hâkim olan, tevâzu idi.

Resûl-i Kibriya'nın bu mübârek sözlerine muhattab olan bedevî, rahatlı ve titremesi geçti.

1 : İbn-i Kesir, c:3, s. 556
2 : Kadı İyaz, Şifa, c.1, s.262
Kaynak : Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı - 2, Salih Suruç, Nesil Yayınları, 111. Baskı, Mart 2007, sayfa 516

26 Ağustos 2007 Pazar

Ebû Hureyre'nin Çarşı Esnafına Çağrısı

Bir gün, Ebû Hureyre (r.a.) MEdine çarşısına uğradı; çarşıya hâkim bir yerde durdu ve:

"Ey çarşı esnafı! Sizler ne kadar beceriksizsiniz!" dedi

"Nedenmiş o?" diye sordular. 

"Resûlullah'ın mirası bölüştürülüyor, siz burada duruyorsunuz. 
Gidip oradaki payınızı almayacak mısınız?" dedi.

"Nerede dağıtılıyor?" diye sordular.

Ebû Hureyre: "Mescitte." dedi.

Çarşı ahalisi, koşarak mescide gitti. Ebû Hureyre, orada bekledi. Adamlar, gittikleri gibi geri döndüler. Ebû Hureyre:
"Niçin döndünüz?" diye sordu.
"Mescide vardık, içeri girdik, orada taksim edilen bir şey göremedik!" dediler.

Ebû Hureyre: "Mescitte kimseyi göremediniz mi?" diye sordu.
"Evet, gördük. Bazıları namaz kılıyor, bazıları Kur'ân okuyor, bazıları da helâl ve haram konuları üzerine sohbet yapıyorlardı." dediler.

Ebû Hureyre: "Yazık size! Muhammed'in (s.a.v.) mirası işte odur; ilimdir!" dedi (1)

1: Taberânî, Mucemu'l-Evsat, 2/114 (1429)
Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 2. Cilt sayfa 234

Kuzman'ın Hikâyesi

Âsım b. Ömer b. Katâde (r.a.) anlatıyor :

İçimizde Kuzman adında tanımadığımız bir adam vardı; kim olduğu tam bilinmiyordu. Bu kişinin adı anıldığında Cenâb-ı Peygamber,

"Şüphesiz o cehennemliklerdendir."
buyururdu.

Uhud Savaşı vuku bulunca bu zat kıyasıya savaştı, tek başına müşriklerden yedi sekiz kişiyi kırdı geçti. Bedenen güçlü biri idi. Nihayet, savaşırken aldığı yaralardan hareket edemez hale geldi. Zaferoğullarının mahallesine götürüldü. Müslümanlar:
"Vallahi ey Kuzman, bugün büyük bir imtihan verdin, sana müjde!"
dediler. Kuzman:
"Neden müjdeleniyorum? Ben sadece kavmimin şanı ve şerefi için savaştım, yoksa ben savaşmazdım ki!"
dedi.

Yarası ağırlaşınca Kuzman, sadağından çektiği bir okla kendisini öldürdü. (1)

1: İbn Kesîr, el-Bidâye, 4/36
Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 1. Cilt sayfa 285

17 Mayıs 2007 Perşembe

Hz. Abbâs'ın Mektubu

Hicretin üzerinden üç yıl geçmişti ve Şevval ayının bir Perşembe günüydü. Efendimiz'in (s.a.v.), Kuba'da bulunduğu bir sırada Hz Abbâs'ın gönderdiği mektup eline ulaşmış ve mektubu kendisine okuyan Übeyy İbn Ka'b'ı dinledikten sonra bunu gizli tutmalarını söyleyerek Sa'd İbn Rebî'in yanına gitmişti.

Meğer etraftaki kabilelerden de destek alan Kureyş, Bedir'de aldığı yarayı sarıp Müslümanlardan intikam alabilmek için hazırlığını yaptığı orduyla Mekke'den hareket etmiş, son bir hamleyle kesin çözüm alabilmek için Medine'ye doğru ilerliyordu. Hatta bu ordu için Kureyş, Bedir öncesinde Şam'a gidip de gelen Ebû Süfyân kervanındaki mallarını himmet edip hazırlanacak ordu için vermiş ve Medine'den intikam alabilmek için bu orduya daha başka katkılarda da bulunmuştu. Konuyu haber veren Cibril'in getirdiği âyette şu bilgi verilecekti:

-Şüphesiz ki o kafirler, Allah yolundan insanları geri çevirmek için mallarını infak ediyorlar. Gerçi onu infak edecekler ama bu, yine de onların aleyhine cerayan edip yürek yakan bir hicrana dönüşecek ve mağlup olacaklar.(Enfâl, 8/36)


Bu haber üzerine Allah Resûlü (s.a.v.), önce farklı yönlere ashabından bazılarını göndererek üzerlerine gelen Mekke ordusuna ait haberlerin hiç atlamadan kendisine ulaştırılmasını istemişti.

Durumun nezaketine binaen Sa'd İbn Muâz, Üseyd İbn Hudayr ve Sa'd İbn Ubâde gibi sahabîler, Efendimiz'in etrafında silahlarını almış, namaz kılarken bile silahlarını yanlarından ayırmadan nöbet tutuyorlardı.

Kaynak: Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz (s.a.v) -2-, Bedir'den Gönüller Sultanlığına, sayfa 121, Reşit Haylamaz, Işık Yayınları 2007

25 Nisan 2007 Çarşamba

Ve kalıcı yurt : Medine

Medine'de, daha önce benzerine rastlanmamış bir sevinç vardı; yüzlere tebessüm gelmişti 
ve Mekke'de yaşanılanları unutturmak istercesine Medine ufuklarında çocukların sesleri 
yankılanıyordu:

- İşte, Resûlullah gelmiş

diye bu sevinçlerini ifade ederken şu neşideleri seslendiriyorlardı:
- Ay doğdu üzerimize;

Senâ tepelerinden! Bizi hayra davet eden, aramızda kaldığı sürece şükür vacip oldu bize! (1)

Ey aramıza gönderilen elçi! Şüphesiz ki Sen, itaat edilecek bir işle bize geldin, (2)

diyerek, medeniyetin beşiği Medine Efendimiz'i bağrına basıyordu.

Beri tarafta ise, elindeki defe vurup ritim tutturan bazı insanlar:

- Bizler, Neccâroğullarının komşularıyız; ne mutlu ki Muhammed bize komşu oldu,

şeklinde sürûr neşideleri seslendirirken onlara yönelen Efendiler Efendisi şöyle mukabele edecekti:
-Allah biliyor ki, Ben de sizi seviyorum! (3)


1: İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n Nihâye, 3/197. Bazı rivayetlerde bu neşidelerin Tebûk sonrasında Medine'ye girilirken terennüm edildiği bilgisi vardır. Bkz. İbn Kesîr, Sîre, 4/38

2: Muhibbuttaberi, er-Rıyâdü'n-Nadıra, 1/480. Bazı âlimeler, sözü edilen neşidelerin, hicret sonrasında Medine'ye ilk girişte değil de, Tebük Savaşı'ndan dönüşte söylendiğini anlatmaktadır. Konuyla ilgili rivayetler birleştirildiğinde bu beyitlerin her iki zamanda da söylenildiği anlaşılmaktadır. Bkz. İbn Kayyim, Zâdü'l-Meâd, 3/10; Mübârekfûrî, er-Rahîku'l-Mahtûm, 162

3: İbn Mâce, Sünen, 1/612 (1899)

Kaynak: Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz (s.a.v) -1-, Bidâyetten Bedir'e, sayfa 562, Reşit Haylamaz, Işık Yayınları 2007



6 Nisan 2007 Cuma

Ebû Leheb'in kızı Dürre'nin Hicreti

Ebû Leheb'in kızı Dürre, hicret ederek Râfi b. Muallâ ez-Zürakî'nin (r.a.) evine girdi. Ziyaretine gelen Züreykoğullarının kadınları Dürre'ye:

"Sen, Ebû Leheb'in kızısın. O Ebû Leheb ki, Allah onun hakkında, "Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Kurudu da. Ona malı da kazandığı da fayda vermedi." buyurmuştur. Binâenaleyh, hicretin sana fayda sağlamaz!" dediler.
Dürre, Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına vardı. Bu sözleri söyleyen kadınları şikayet etti. Allah Resûlü (s.a.v.) onu sakinleştirerek:

"Hele bir otur." dedi
Cemaate öğle namazını kıldırdıktan sonra bir süre minber üzerinde oturdu ve ardından:

"Ey insanlar! Neden ehl-i beytim hakkında rencide ediliyorum? Allahâ kasem ederim ki, kıyamet günü benim şefaatim, Hâ, Hakem, Sudâ ve Sehleb kabilelerine bile erişecektir." buyurdu.(1)


1: Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr, 24/259 (660)
Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 1. Cilt sayfa 246

19 Mart 2007 Pazartesi

Duasına icabet edilenler

O devrin gül yüzlü insanları arasında duasına anında icabet edilen kimseler mevcuttur. Muhbir-i Sâdık (sallallahu aleyhi ve sellem)

Nice saçı başı dağınık insanlar vardır ki, bir meselede Allah’a kasem etseler, Allah onları kasemlerinde yalancı çıkarmaz. (Onların bütün duaları kabul görür.) Berâ b. Malik bunlardandır.” buyurmuştur.
Sahabe efendilerimiz, Hazreti Berâ’nın dualarının çabucak kabul edildiğine o kadar çok şahit olmuşlardır ki, savaş meydanında sıkıştıkları bir anda gelip
“Savaşı kazanacağımıza yemin et; Allah senin yeminini boşa çıkarmaz!”
dedikleri rivayet edilmektedir.

Duası anında kabul görenlerden biri de Sa’d b. Ebî Vakkas hazretleridir. Öyle ki, bir gün Kûfe sokaklarında yürürken bir adamın Hazreti Ali, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah (Allah hepsinden razı olsun) gibi sahabîlere sövüp saydığını duyar. Güzel konuşması, hakaret etmemesi için adamı uyarır. Saygısız adam inat eder. Bunun üzerine Hazreti Sa’d
Sesini kesiyor musun, yoksa beddua edeyim mi?” der.
Adam, büsbütün küstahlaşır ve
Beni tehdid mi ediyorsun?”karşılığını verir.
İşte o zaman Sa’d b. Ebî Vakkas ellerini açar ve
“Allah’ım, şu adama haddini bildir; diğerleri de bundan ibret alsınlar, tâ ki böyle insanların aleyhine ulu orta konuşmalar olmasın.
diye dua eder.

Daha aradan bir-iki dakika geçmeden nereden çıktığı bilinmeyen bir deve kalabalığın bulunduğu yere koşar, cemaatin içine dalar; birini arıyormuşçasına oraya buraya hamle yapar ve sonunda gidip saygısızca konuşan o adamı ayaklarının altına alır, üzerinde tepinir. Biraz sonra adamın acı acı feryatları kesilir ve etraftakilerin şaşkın bakışları arasında son nefesini de verir.

(1) M.Fethullah Gülen, Kırık Testi, Sahabe Mesleği ve Şekerlemeler, 12.03.2007

13 Mart 2007 Salı

Unutulmayan Hatıralar

Ancak, onun yokluğu bir hicrandı ve ayrılığı Allah Rasûlü'ne çok dokunmuştu. Kutlu bir göçle Medine'ye hicretine kadar da hep bu hicranla yalnız ve sürekli Hatice'nin hatıralarıyla beraber yaşayacaktı. Âdeta Hatice ölmemiş, yan odada yaşıyor gibiydi. Bir gün yanına gelen bir sahâbî,

"Yâ Rasûlallah! Görüyorum ki, Hatice'nin yokluğundan dolayı sanki üzüntüden iki büklüm gibisin" diyecekti. Doğru söze ne denirdi
"Evet" diye cevapladı ve ardından da
"O, çocuklarımın anası, evimin de hanımefendisiydi...!" buyurdu.

Bir gün, anne Hatice'nin emaneti kızı Fâtıma, babası ve Efendisi Allah Rasûlü'ne;
"Yâ Rasûlallah! Annem Hatice, şimdi nerede?" diye soracaktı. Cevap çok gecikmedi;
"Kamıştan bir köşkün içinde."

Hz.Fâtıma'nın soruları devam ediyordu,
"Şu bildiğimiz kamış mı?"

Dünyadaki malzemelerle ukbânınkiler elbette farklı idi ve kamış da bilinen kamıştan farklı olmalıydı. Onun için Efendiler Efendisi;
"Hayır.. hayır..! İnci, yakut ve mercanlarla bezenip süslenmiş kamış" (1) diyerek annesinin ahiretteki durumunu anlattı kızı Hz.Fâtıma'ya...

O'nun arkasından o kadar üzüntü duymuştu ki, uzaktan müşahade edenler Allah Rasûlü'nün (s.a.s.) başına bir şey geleceğinden endişe duyar olmuşlardı. Bu durum, Mekke kutlu bir fetihle yeniden ve ardına kadar kapılarını açacağı ve Medine'de Âişe validemizle yeni bir yuva kurulacağı ana kadar da devam edecekti.

Efendiler Efendisi, zahiren yalnızdı; yanında sadece Hatice'nin emanetleri kalmıştı. Ancak Kâinatın İftihar Tablosu, her fırsatta Hatice'den söz açıyor ve neredeyse karşılaştığı herkese O'nun faziletlerinden bahsediyordu.

1: Heysemi, Mecmau'z Zevîd, 9/223

Beni aralıklı takip et.

Ali, Müslüman olmuştu olmasına ama o gün için bir insanın Müslüman olması, bütün sıkıntıları peşinen kabullenmesi anlamına geliyordu. Kureyş, adım adım takip ediyor ve kiminle konuştuklarını, nereye gittiklerini ve nelerle meşgul olduklarını inceden inceye izliyordu. Yanlarına yaklaşanı takibe alıyor ve türlü türlü bahane ve yalanlarla iman yoluna gitmekten inasanları vazgeçirmeye çalışıyorlardı.

Bir gün Ebû Zerr, Mekke'deki farklılığı duymuş ve merakını gidermek için yola koyulup gelmişti. Şartları bildiği için açıktan da kimseye hâlini açamamış, belki gelir ümidiyle Kâbe'de bekliyordu. Üçüncü gün Hz. Ali yaklaştı yanına ve buraya gelliş sebebini sordu gizlice... Maksadını öğrenip samimiyetini görünce de;

"Şüphesiz O, gerçektir. Kesinlikle Allah'ın peygamberidir. Sabah uyanınca benimle birlikte gel. Yalnız beni aralıklı takip et. Yolda bir tehlike sezersem, bir bahaneyle duraklarım. Bu durumda sen yoluna devam et. Ancak problem olmazsa ben nereye gidersem sen de oraya gel" diyecek ve iman yolunda Ebû Zerr'e kılavuzluk yapacaktı. (1)


1 : Taberân'i, el-Mu'cemu'l-Evsât, 3/109 (2633)
Kaynak : "Fütüvvet Ruhunun Aşkın Kahramanı Hz. Ali" syf : 20-21, Bekir Burak, Rehber Yayınları , 2005
Sesli Kitap : Burç FM İfran Sızıntıları Programı , Bölüm 17, Dakika 21:17

6 Şubat 2007 Salı

Hazreti Ebû Bekir'in Müşriklerle Bahse Girmesi

Niyar b. Mükrem anlatıyor: "Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yakın bir yerde mağlup oldular. Ama bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler." (Rum, 30/1-4) âyetleri nazil olduğu sırada, Farslılar Rumları yenilgiye uğratmışlardı. Müslümanlar ise, Rumların İranlıları yenmesini istiyorlardı. Çünkü onlar da ehl-i kitaptı. Allah Teâlâ, bu hususu belirtmek için de, "O gün, müminler de, Allah'ın verdiği zafer sayesinde sevinecekler. Allah dilediğini muzaffer kılar. Zira O, azîzdir, rahîmdir" (Rum, 30/4-5) âyetlerini indirdi.

Kureyş kabilesi ise, İranlıların Rumları yenilgiye uğratmasına sevinmişlerdi. Çünkü İranlılar da Kureyş de ehl-i kitap değildi. Ahirete de inanmıyorlardı.

İşte bu âyetler inince, Hazreti Ebû Bekir, Mekke sokaklarında "Elif, Lâm, Mim. Rumlar yakın bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden sonra, birkaç yıl içinde galip geleceklerdir." âyetlerini okumaya başladı. Bunun üzerine bir grup Kureyşli, Hazreti Ebû Bekir'e: "Siz Rumları, biz de İranlıları tutuyoruz. Büyüğünüz (Muhammed) Rumların birkaç yıl içinde İranlıları yeneceklerini iddia ediyor. Bu hususta bahse var mısınız?" dediler. Hazreti Ebû Bekir, "Evet" diye cevap verdi. Henüz bahse girmek haram kılınmamıştı. Böylece, Ebû Bekir ile müşrikler bahse girdiler. Müşrikler, Ebû Bekir'e: "Üç ila dokuz yıl arasından hangi yılı tespit edecekseniz edin. O yılı belirtelim. İddiamız da o yıl sona ersin." dediler. Müddeti, altı yıl olarak tespit ettiler. Altı yıl geçtiği hâlde, Rumlar galip gelmeyince müşrikler iddiaya koydukları malı Ebû Bekir'den aldılar. Fakat, yedinci sene Rumların İranlıları yenmesi üzerine, Müslümanlar süreyi altı yıl olarak tayin ettiği için Ebû Bekir'i kınadılar. Hazreti Ebû Bekir ise: "Çünkü, Allah 'birkaç yıl içinde' buyurmuştu. Benim amacım ise, Allahîn ve Resûlünün sözünü tasdik etmekti." dedi. Bunun üzerine, Allah Resûlü şöyle dedi: "Onlarla yeniden bahse gir. Ortaya konan ödülü arttır ve zamanı da birkaç yıl tehir et."

Hazreti Ebû Bekir, onlara yine gitti ve "Bir daha iddiaya var mısınız, yeniden iddialaşmak iyidir!" dedi. Onlar da "Evet, varız!" dediler. Belirtilen seneler dolmadan, Rumlar İranlıları mağlup ederek Medâin'i aldılar ve Roma İmparatorluğu'na kattılar. Bunun üzerine, Hazreti Ebû Bekir Allah Resûlüne geldi ve: "Müşriklerden alacağım mal haramdır." dedi. Allah Resûlü ise: "Onu alıp sadaka olarak dağıtırsın." buyurdu. (1)

1: İbn Kesir, Tefsir, 3/423
Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 1. Cilt sayfa 221

30 Ocak 2007 Salı

Namaz kılmadan cennete giren kimse

Ebû Hureyre (radıyallahu anh) yanında bulunanlara: "Hiç namaz kılmadığı halde cennete giren kimseyi bana söyleyin." demişti. Halk bilemeyince kendisine: "Sen söyle, kimmiş o bakalım?" demişti. O da: "Abdüleşheloğullarından Usayrım diye anılan Amr b. Sâbit b. Vakş." karşılığını vermişti.

Hadisin râvilerinden Husayn idyor ki: Ben Mahmud b. Esed'e:"Usayrım'ın durumu ne imiş? Ne Yapmış?" diye sordum. Şöyle anlattı: "Usayrım, kavminin İslâm'a girmesine hep engel oluyordu. Uhud Savaşı yaşandığı gün, gerçeği anladı ve Müslüman oldu. Sonra kılıcını aldı, yürüdü. Savaş alanına girip savaştı. Aldığı yaralarla hareket edemez hâle geldi. O sırada, Abdüleşheloğullarından bazıları savaş meydanında kendi cenazelerini arıyordu. Derken Usayrım'a rastladılar, "Vallahi bu, Usayrım! Burada ne arıyor, biz ondan ayrılırken Müslümanlık davasına karşı idi." dediler. Yanına yaklaşarak, "Ey Amr, niçin geldin? Kavmine acıdığın için mi yoksa İslâm'a girmek için mi?" diye sordular. "İslâm'a girmek için geldim. Allah'a ve Peygamberine iman ettim, Müslüman oldum. Sonra kılıcımı aldım. Resûlullah ile birlikte yürüdüm, şu yaraları alıncaya kadar savaştım." dedi. Çok sürmedi, onların elleri arasında ruhunu teslim etti. Durumu Allah Resûlüne bildirdiklerinde, "O, cennet ehlindendir." buyurdu."(1)

1: İbn Kesîr, el-Bidâye, 4/37
Kaynak : Hayatu's Sahabe - Muhtasar-, M. Yusuf Kandehlevi, Işık Yayınları 2006, 1. Cilt sayfa 286

25 Ocak 2007 Perşembe

O, seni sadece hayra çağırır...

Ebû Tâlib, müsamahakâr bir babaydı ve yeğenine olan güveni sonsuzdu. Bir gün oğlu Ali'yi, 
Allah Râsulü'nün arkasında namaz kılarken görmüştü Ebû Tâlib. Yeğenine vahyin gelişinden.. 
Hira'ya gidip aylarca orada kalışından haberi olmuştu ama oğlu Ali'nin de Muhammed'e tabi 
olduğunu henüz bilmiyordu. Sessiz kalmayı tercih etti bir müddet; ancak fetânet sahibi küçük Ali daha atikti. İşin gerçek mahiyetini bilememekten kaynaklanan olumsuz düşünce içine giriverir endişesiyle ve namazını bitirir bitirmez doğruca babasının yanına koştu ve;

- Ey babacığım! diye başladı sözlerine... Kadife gibi, yürek okşayan bir ses tonuydu bu. Ve şöyle devam etti;

- Ben, Allah'a ve Rasûlullah'a iman ettim. O'nun getirdiği her şeyi de tasdik ediyorum. Ben, baba.. ben.. Muhammed'e tabi oldum!

Yeğeni Muhammed'i bilip tanımasa Ebû Tâlib, böyle bir değişikliğe asla müsaade etmez ve karşı koyardı. Ancak peşinden gidilen başkası değil Muhammed'di ve;

- O, seni sadece hayra çağırır; yoluna devam et oğlum! deyiverdi. (1)




1 : İbn Hişam, es-Siretü'n Nebeviyye, 2/86
Kaynak : "Fütüvvet Ruhunun Aşkın Kahramanı Hz. Ali" syf : 19, Bekir Burak, Rehber Yayınları , 2005
Sesli Kitap : Burç FM İfran Sızıntıları Programı , Bölüm 17, Dakika 19:00

Rabbimiz! Övgüler ancak sanadır...


Rifaa İbnu Rafi' radıyallahu anh anlatıyor:

Bir gün Rasullah sallallahu aleyhi ve sellem'in arkasında namaz kılıyorduk.

Nebi aleyhisselam rukûdan başını kaldırıp "Semiallahu limen hamideh" dedi.

Bir kişi arkasından:
"Rabbena ve leke'l hamd. Hamden kesiran tayyiben mubareken fih"
(Rabbimiz! Övgüler ancak sanadır. Övgülerin en çoğu, en temizi, en mübarek olanı...)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı bitirince sordu:
"Onu kim söyledi?"

Bir adam: "Ben..." deyince, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Otuzdan fazla meleği onu yazmak için birbiriyle yarışırken gördüm." (1)


1 : Buhari, Sahih, hadis no : 766
Kaynak : Namazda Huşûya Götüren 33 Etken , M.Salih El-Müneccid, Polen Yayınları, 2006, s. 32

23 Ocak 2007 Salı

Her daim salât ü selâm getirmeli...

"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salât (rahmet ve sena) ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selâm verin." Ahzab 33 / 56



Allah’ın salâtı: Nebîsini rahmetine mazhar etmesi, onun şanını yüceltmesidir.
Meleklerin salâtı Hz. Peygamber’in şanını yüceltme, müminler için duadır. Müminlerin salatı da, duadır. Selamları ise ona güven verme, ona kendileri tarafından vâki olabilecek zarar, saygısızlık gibi olumsuz durumlardan teminat verme anlamına gelir.

Demek ki salat-u selâm, Hz. Peygamber’in Allah Teâlâ tarafından getirdiği ne kadar ahkâm varsa hepsini kabul edip, devamlı sûrette ona verilen biatı yenileme mânasına gelir. Evet, her salavat bir tecdid-i biattır.

Hatıra gelen bir soru da, Hz. Peygamber’in salata, dua ve rahmete ihtiyacı olmadığı halde bunun üzerinde önemle durmanın sebebidir. Cevap olarak şöyle denilebilir:

Ümmetin Hz. Resulullah'a ihtiyacı fazladır. Hele bu ihtiyaç, uzun ve tehlikeli, meşakkatli âhiret hallerinde son derece fazla olacaktır. Resul-i Ekrem (a.s.m) ın bu itibarı, tabir caiz ise Allah Teâlâ nezdindeki bu kıymeti, ne kadar artarsa, bu imkânların kullanılması o derece fazlalaşacaktır. Her bir Müslümanın ondan istifadesi daha da artacaktır. Demek ki salavat, nihayetsiz ümmetin, nihayetsiz ihtiyaçları ile ilgili olduğu için, ne kadar yapılsa yeridir.

Ayrıca salâvatla müminler Hz. Peygamber’e karşı görevlerini daha sık hatırlamakta, onun buyruklarıyla irtibata geçme ve ona olan sevgilerini artırma vesilesi bulmaktadırlar. (1)

Peygamber Efendimize bir salât-ü selâm getiren kimsenin kazancı ne olur? Bunu Allah'ın Resûlü'nden dinleyelim: (2)

Bana salât ü selâm getirene:
Allah Teâlâ on defa rahmet eder; (3)
on günahı bağışlanır;
mânevi mertebesi on derece daha yükseltilir.(4)
Yanında adım anılıp da bana salât ü selâm getirmeyen kimse, cimrinin tekidir. (5)


1 : Ahzâb 33/56 , KUR'ÂN-I HAKÎM ve açıklamalı MEÂLİ - Prof. Dr. Suat Yıldırım
2 : Peygamberimin Sevdiği Müslüman - Prof. Dr. Yaşar Kandemir
3 : Müslim, Salât 70; Ebû Davud, Vitr 26; Tirmizî, Vitr 21; Nesâi, Sehv 55; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 168, III, 102
4 : Nesâi, Sehv 55; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 102;
5 : Tirmizî, Daavât 101; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 201;

Allah ve Peygamber Sevgisi

Peygamber sevgisi Allah sevgisinden sonra gelir. Onu seven ve sünnetine uyan, dünyada olduğu gibi ahirette de mutlu olacak, onunla birlikte cennete girecektir.




Enes b.Malik (r.a.) anlatıyor:

Bir defa Peygamberimizle birlikte mescidden çıkıyorduk. Mescidin kapısında karşımıza bir adam çıktı ve:

– Ey Allah'ın Resûlü, kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu.

Peygamberimiz:

– Sen kıyamet için ne hazırladın? buyurdu.

Adam:

– Ey Allah'ın Resûlü, ben kıyamet için çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım, ancak ben Allah'ı ve Peygamberini severim, dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz.

– O halde sen sevdiklerinle beraber olacaksın, buyurdu.

(Müslim, Kitabu'I-Birr ve's-Sıla, 50)  / (Kaynak : Diyanet Web Sitesi)